Küçük Barışa Giriş, bir kitap yazma fikri ile ortaya çıkmadı; Küçük Barış öncesinde nelerin belirmesi gerektiğine dair araştırmalar yapma fikri, Ali Nahçevani Bey’in 1980 yılı içinde Green Acre Bahâi Okulunda yaptığı konuşmaları dinlediğim esnâda doğdu. Bu konu ile ilgili derin araştırmalar yapmak gerekiyordu. Bu araştırmaların seyri içinde, derlediğim tüm bilgileri 6 yıl boyunca, muhtelif yaz
ve kış okullarında tanıttım.1982 yılında, ailemiz Bophuthatswana’ya muhaceret etti. Güney Afrika’da bu konuyla ilgili birçok kurs düzenledikten sonra, Bahâi dostlar, farklı kaynak ve kitapta yer alan tüm bu bilgileri bir kitapta toplamaya teşvik ettiler beni. Hakikâten de birçok Bahâi ahbabın evinde, Bahâi eserlerinin tümünü içeren bir kütüphane yoktu. Elimdeki bütün bilgileri dosdoğru bir üslupla derlemeye çalışınca da bu eser çıktı ortaya. Dolayısıyla, temelde Bahâi kaynaklarından alıntılarla dolu olan bu kitaptaki eklentiler, Nahçevani Bey ile benim düşünce ve tavsiyelerimi içermektedir. Elbette ki burada derlemiş bulunduğum konular, sayısız kaynakta yer alan bilgiden yalnızca bir kısmı...
Nahçevani Bey’e, bu Kitábın yazılması hususunda beni cesaretlendirdiği ve kendi araştırmaları ile sözlerinin yer almasına müsaade ettiği için teşekkürü bir borç biliyor, Steve ve Judy Worth ile birlikte bu Kitábın ilk dizgisinin gerçekleşmesinde maddi manevi katkıları olan Süheyl Ruhani’ye minnetimi dile getirmek istiyorum. İkinci baskının dizgisi için Susie Simerly’ye, teknik yardımlarından dolayı Jack Henderson’a, tüm araştırma, yazım ve basım faaliyetleri esnasında teşvik ve desteğini hiç eksik etmeyen Mary K.Radpour’a, çocuklarım Ruhi ve Cemal’e, varlıklarından ötürü bana bir anne olarak evrensel barışı teşhir etmenin, bugünün ve geleceğin nesli açısından ne denli önem taşıdığını hatırlattıkları için teşekkür ediyorum.
Kathy LeeBu Kitap, Geçiş Çağında insanlığı Küçük Barış’a yaklaştıracak süreçlere odaklanmıştır. Amacı, insanlığa mukadder buyrulmuş bir kaderin ışığında, mâruz kaldığı karışıklıkların, bu neslin yoluna çıkan seçenekler ile seçimlerinin getireceği neticelerin ve Küçük Barış öncesinde karşılaşacağı mücadelelerin anlamını araştırmak, Bahâileri, bu Hayâl Kırıklığı Çağında tecrübe edilen acıları ve karışıklığın sebepleri ile yararlarını daha yakından kavramaya teşvik etmektir. Böylelikle, dünyayı bekleyen felâketler evresinin doğuracağı meyvelerden bîhaber yaşayanların keder ve umutsuzluklarına kapılmadan, toplumu yeniden yapılandırma sürecine katılmayı başarabiliriz belki de!
Bahâi Dininin Vêlisi Hz.Şevki Efendi,1921 ile 1957 yılları arasındaki 36 yıllık sürede, dünya Bahâilerini Geçiş Çağı itibarı ile gereksinebilecekleri ve yaşamlarında kılavuzluk vazifesi görecek esaslı ve gerçek bir anlayışı kazandırmak üzere, bu çağın doğasını, süreçlerini, gündemini, sıkıntılarını ve ihsanlarını dile getiren sayısız yazı yazmıştır. Benim nazarımda, onun nurlu yazı ve mektupları, bir gönül işidir. Kimi zaman kendi sağlığını ve huzurunu tehdit edecek şartlarda çalışırken, bir yandan da dünyanın dini ile ilgili sayısız işin üstesinden gelebilmesi, bana kalırsa yaşadığımız asrın doğasına has bir eğitimi alabilmemiz için duyduğu derin arzunun göstergesi; insanlığın, Geçiş Çağının karanlıklarından geçip gidebilmesi uğrunda taşıdığı çok derin bir tutku... Bu sebepten, Hz.Şevki Efendi’nin Geçiş Çağının doğasına dair yazılarından alıntılar yapmaya çalıştım. Alıntıların içerdiği, bu çağın seyri ve Küçük Barış öncesinde belirmesi beklenen dünya çapındaki çalkantıların yanı sıra, Yüce Adalet Evi’nin üç önemli şahsiyeti tarafından yazılmış ve bu evrenin imtihân ve güçlükleri ile başa çıkabilmenin yollarına ışık tutan kılavuz sözlerinden yararlandım.
Öte yandan, Bahâi edebiyatının bu meâli ile yakından ilgilenerek çok derin araştırmalar yapmış bulunan Ali Nahçevani Bey’in naçizane düşüncelerine yer verdiğim bu kitapta, sık sık çocuğunun dünyaya gelişini bekleyen anneyi doğum sancılarına ve doğuma hazırlamak üzere ona refakat eden ebe benzetmesi ile karşılaşacaksınız. Bu mecâzi değinmeyi seçmemizin nedeni, Bahâi Yazılarında bu çağdan sıklıkla “Doğum Çağı” olarak söz edilmesidir.
“Bütün dünya şu anda gebelik evresini yaşamaktadır. En haysiyetli meyvelerini vereceği gün ise çok yakındır....”
(Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 169)Toplum şu anda rahminde, vaktini doldurmak üzere olan bir cenini taşıyor; doğum sancılarıyla birlikte Küçük Barışın dünyaya gelmesinin hemen akabinde meşakkatli bir evreye girecek ve ebenin vazifesi gündeme gelecek. Ebe, özellikle de çektiği sancıların ve doğumun süreçlerinden bîhaber olan annenin bu aşamaları kavrayabilmesi için elinden geleni yapacaktır. Zirâ, acı ve sancıları ile eş zamanlı bir artış gösteren korku ve endişeleri sırasında anneyi rahatlatan, ona, taşıdığı yeni yaşamı gün ışığına çıkarana dek bir türlü yatışmayacak bu gayri ihtiyâri doğal güçlerle birlikte hareket etmesi için telkinde bulunacaktır.
Bana öyle geliyor ki, dünyanın Bahâileri, zahmetler içindeki insanlığın gebe kalmış bulunduğu olağanüstü meyveden bîhaber yaşayanların ebesi konumundalar. Evrensel yükselişle birlikte irtifa kaydeden mücadeleler çetinleştikçe ve yeryüzünün doğuracağı Küçük Barış vakti yaklaştıkça, bîtap düşmüş yüreklere, umudunu yitirmiş ruhlara ve Hayâl Kırıklıkları Çağının hüsrâna uğramış her bireyine dayanak teşkil edecek olanlar Bahâilerdir; ve bu vazifeyi üstlenmek üzere hazır bulunmaları gerekecektir.
(Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 171)Hayâl kırıklığı içindekilere, dünyadaki karışıklıkların amacını anlatmalıyız. Onlara, Küçük Barışa giden yolu tarif ederken, görüş ve kati bilgiler çerçevesinde, bu yolun dikenlerle, yalıyar ve engellerle bezenmiş olduğunu, geri düşüşlere meyil verdiğini, fakat buna mukabil tüm engellerin aşılabileceği güvencesini ve Tanrı’nın büyük planı dahilinde seyrini sürdürdüğü bilincini aşılamalıyız. 20.yüzyılın nihâyet bulduğu evrede Küçük Barışa gebe kalan yeryüzünün, sıkıntılarını ızdırap ve deneyimlerin ateşiyle üzerinden atacağına dair bilgimizi paylaşmalı, insanlığın, ne denli elemli de olsa, yaşadığı tüm olaylardan ötürü mükemmele yaklaştığını davranışlarımızla ortaya koymalıyız. Böylelikle, insanlığın tarihi gelişim evresinde kayda değer bir adım atmış olacağımızı ve yeryüzündeki barışın iptidâi aşaması anlamına gelen bu evrenin, karşılaşılan tüm meşakkatli mücadelelere değer olduğunu kendi hâllerimizle teyit etmeliyiz.
Doğum sancılarıyla birlikte doğumu yaşayan anne, çocuğunu sevinçten nurlar saçan bir yürekle selâmlar; sonuna dek mukavemet gösterebilmenin mutluluğu bir yana, bu en meşakkâtli anlarında kendisine paha biçilmez yardımlarda bulunan ebeye kaşı hudutsuz ve gönülden bir minnet duyar.
BÖLÜM Iİyi niyetli insan yüreklerinin asırlardan bu yana meylettiği , kâhin ve şairlerin sayısız nesiller boyu ilhâmını söze döktüğü ve her çağda insanlığın kutsal metinlerinde tekerrür eden vâat, artık ulusların erişebileceği mesâfededir. Herkesin cihânı şümul, yeryüzünün onca farklı insanını tek bir pencereden seyre daldığı tarihte vâki değildir; bu ilktir! Dünya Barışı ise yalnızca mümkün değil, kaçınılmazdır. Zirâ bu arz küresinin evrim süreci içindeki müteakip aşamadır; âli bir düşünürün sözleri ile bu evre, “insanoğlunun küreselleşme”sidir.
(Vaât Edilen Dünya Barışı 1)Evrensel barış, geçmişin tüm dinlerinde mevzubâhis edilmiş bir vâattir ve “olgunluk çağında insanlığın erişmeye mukadder bulunduğu kaderidir” sözleri ile ifadeye dökülmüştür. Eski Ahit peygamberlerinden olan İşaya, şu kehânette bulunmuştur:
“...ve O (Rabb), milletleri yargılayacak ve müteaddit sayıda insanı azarlayacaktır; ve onlar kılıçlarından saban demiri dövecek, mızraklarından budun kancası bükecek; ulus ulusa kılıç çekmeyecek, cihât nedir bilmeyecek....”
(İşaya 2:4)Tahribata yol açan silahların inkişâf ve sükûn vâsıtaları hâline geleceği vakitle ilgili tasvirlerden bir diğeri, yine İşaya 11:6-9’da huzurlu bir yerküreden söz edilmesidir:
“Kurt kuzu ile ikâmet edecek, pars çocuğun yanı başında yatacak; buzağı, genç aslan ve semiz hayvanlar bir arada olacak ve küçük bir çocuk onlara yol gösterecek. İnek ve ayı beslenirken yavruları birlikte yatacak; ve aslan öküzün yediği samanı yiyecek. Süt emen çocuk zehirli yılanın ininde oynayacak; sütten kesilen çocuksa şahmaran yılanının mağarasına elini sokacak. Onların hiçbiri benim kutsal dağlarımı incitmeyecek; ne de onları tahrip edecek; çünkü yeryüzü, suların denizi kapladığı gibi, Tanrı’nın bilgisi ile dolup taşacak....”
Hz.Abdû’l-Bahá şu açıklamayı getiriyor bu sözlere:
“...pars ve kuzu, aslan ve buzağı, çocuk ve yılan, muhtelif millet ve insanları, birbirine muhâlif tarikat ve ırkı simgelemektedir ki, her birinin diğerine beslediği duygular, kurdun kuzuya beslediği düşmanlık ve zıtlıktan farksızdır.”
(Muhavezât-ı Abdû’l-Bahá 63)“Ülkeler arasındaki ilişkiler, insan ve toplumların birbiri içinde eriyerek ulaşacağı dostluk o haddeye varacak ki, insan ırkı tek bir ailenin, tek bir soyun mensubu gibi olacak. Semâvi sevginin ışığı parlarken, düşmanlık ve kin karanlığı yeryüzünü terk eyleyecek. Evrensel barış otağı yerkürenin orta yerinden yükselecek; kutlu Yaşam Ağacı öylesine büyüyecek, öylesine serpilecek ki, doğuyu da batıyı da gölgesinde barındıracak. Mukavemetli ile zayıf, varlıklı ile yoksul, muhalif tarikatlar ile birbirine düşman milletler, hepsi de kurt ile kuzu, pars ile çocuk, aslan ile buzağı gibiyken, birbirlerine kemâle ermiş bir sevgi, dostluk, adalêt ve eşitlik ile yaklaşacak.”
(Muhavezât-ı Abdû’l-Bahá 63)İşaya’nın kehânetine dair, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın şu sözlerini de dikkâte almak yerinde olacaktır:
“Hiddetli ve münakâşa hâlinde bulunan dinler, birbirine düşmanca bakan farklı dinlerin mensupları, itilâf edecek ve geçmişteki kinlerini, evveliyâta dayanan anlaşmazlıklarını bir yana bırakıp birleşecekler. Bu şaşaalı asrın gereksindiği, insan davranışlarının hürriyete kavuşmasıyla birlikte, mükemmel bir dostluk ve sevgi üzere birbirleri içinde eriyeceklerdir. İşaya’nın sözlerindeki ruh ve mâna buna delâlet eder. Bu kehânetin imâ ettiği vakâ, hiçbir vakitte kelimenin tam anlamıyla tezâhür etmeyecektir; zirâ mevzubâhis hayvanlar, doğaları gereği birbirleri ile kaynaşmaya, sevgi ve şefkât içinde bir arada bulunmaya müsâit değildirler. O hâlde bu kehânet, ırkların, ulus ve insanların birliğini, akıllı, aydınlanmış ve ruhânileşmiş bir hâlde uzlaşmaya varacaklarını simgelemektedir.”
(Evrensel Barış 369-70)Böylesi huzurlu bir evreyi getirecek Olan Kimseye istinâden, yine Eski Ahit’te ifadeye gelmiş bazı sözler vardır:
“Zirâ üzerimize bir çocuk doğdu; üzerimize bir oğul verildi; ve hükümet onun omuzlarında olacak; ve O, Muhteşem olan, Müşâvir olan, Kudretli Tanrı, Ebedî Peder, Sükunetin Sultânı, isimleriyle anılacaktır. Hükümeti ve sükûneti asla zevâl bulmayacak bir müddet boyunca artacak; Davut’un tahtı ve onun saltanatı üzerine kurulacak ve sonu olmayan bir sona dek, oradan hâsıl olan muhâkeme ve adaletiyle hüküm sürecek. Semâvi orduların himmeti olan Mevlâ, bunu gerçek kılacaktır.”
(İşaya 9:6-7)Ve daha belirgin olarak İşaya 11:1-5’de değinilmiştir bu mevzua:
“ ve (Jesse)nin soyundan bir dal budaklanacak; köklerinden çıkıp büyüye duracak ve Rabbın ruhu onun üzerinde konaklayacak; o ruh ki, hikmet ve anlayış ruhudur, tavsiye ve kudret ruhudur; bilgi ve Tanrı korkusu ruhudur... ve O, yeryüzüne ağzındaki dal ile vuracak ve ahlâksızları dudaklarındaki nefes ile öldürecek. Belinde doğruluk kuşağı, elinde sadakât dizginleri olacak...”
Hz.Şevki Efendi’ye göre, İşaya her iki kehânetinde Hz.Bahâ’u’llâh’a işaret etmektedir:
“Bir yandan eşi (Katurah) vasıtası ile Hz.İbrahim’e (Sadıkların Bábası), öte yandan Zerdüşte ve Sasanilerin son hükümdârı olan Yezdigir’e hısım akrabalığı bulunan Hz.Bahâ’u’llâh, daha ziyâde Jesse’nin soyundan olmakla beraber, Mirza Buzurg olarak tanınan Bábası Mirza Abbas dolayısıyla da Mazenderan’ın en eski ve tanınmış bir ailesinden gelmekteydi.”
(God Passes By 94)“Yahudi peygamberlerin en muhteşemi olan İşaya Ondan(Hz.Bahâ’u’llâh), Rabbın İhtişâmı, Ebedî Peder, Sükûnetin Sultânı, Muhteşem Olan, Müşâvir Olan, Jesse’nin soyundan budaklanan Dal ve Onun köklerinden hâsıl olan Dal; Davut’un tahtı üzerine kurulacak Olan; güçlü bir el ile gelecek ve Milletler arasında hüküm verecek Olan; ağzındaki dal ile yeryüzüne vuracak Olan; dudaklarındaki nefes ile ahlâksızları öldürecek Olan ve İsrail’den sürgün edilmişleri yeniden toplayacak, Juda’dan dünyanın dört bir yanına dağılmış olanları bir araya getirecek Olan, isimleri ile söz etmiştir .
(God Passes By 94-95)Hz.Şevki Efendi, Hz.Bahâ’u’llâh’ı betimlemek için şu isimleri yazıya dökmüştür:
“O ahlâtın Hâkim olarak ifşâ edeceği kimsedir; O Yasa koyucudur; bütün insanlığın Kurtarıcısı, tüm kâinatın Düzenleyicisidir; insanoğlu çocuklarını Birleştiren ve bin yıldan bu yana beklenen Küşât Merasimini başlatandır; O yeni bir Evrensel Evre’yi tevlit ve En Büyük Barışı tesis edendir; O En Büyük Adaletin Kaynağıdır; O, insan ırkının tanık olacağı asrı Müjdeleyen, yeni bir Dünya Düzeni Yaratan ve dünya medeniyetine ilhâm verip temellerini atandır...”
(God Passes By 93- 94)“...bütün Zuhurlar Tanrı’nın bir olduğunu neşretmiş, insanlığın birliğini ilân etmişlerdir. Her biri insanlığa, birbirlerini sevip karşılıklı yardımlaşma içinde bulundukları müddetçe ilerleme kaydedebileceklerini öğrete gelmiştir. Zuhurların temelindeki esas hakikât, umumi sulhtur ki, bu hakikât bütün din ve adâletlerin temelini teşkil eder. Kutsal gâye ise, insanlığın birlik, ahenk ve uzlaşma eşliğinde bir yaşam sürerek birbirini sevmesidir.
(Evrensel Barış 32)İşte bu temel ilkeden ötürüdür ki, dinlerlerden her biri insanlığı, tüm Kutsal Kitapların haber verdiği barışa kılavuzlamıştır. Fakat sükunete giden yol, bütün dinlerin peygamberleri tarafından vurgulandığı üzere tedrici ve ıstıraplıdır. Sosyal, ekonomik ve politik kemâle eriş, insanî düzen bazındaki en küçük birim olan ailede başlayıp, kavim, şehir, eyâlet ve milleti içine alarak ilerlemeli ve en nihâyet bu evrendeki insanî evrimleşmenin ihtişamlı zirvesi olan, bütün insanlığın birliği aşamasına ulaşıncaya dek yol almayı sürdürmelidir. İşte bu, insanlığın kaçınılmaz biçimde ulaşmaya mukadder bulunduğu evredir... Bu evre iledir ki, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Emrî servet ve gâyeleri ile ayrılmaz bir bütün hâline gelmişlerdir. “
(Vaât Edilen Gün 118)Geçmiş dinlerin ereği, evrensel barışa ve tüm dünyanın birliğine giden yolu hazırlamak, temellerini atmaktı belki; ama bu aynı mevzu Hz.Bahâ’u’llâh’ın merkezi öğretisi konumuna gelmiştir:
“Her Zuhurda, İlâhi Kılavuzluk Işıkları tek bir merkezî mevzua odaklana gelmiştir... bu muhteşem Beyân ile bu nurlu asırdaki Tanrı Dininin temeli ile Yasasını farklı kılan, insanlığın bir olduğu bilincidir.
(Vaât Edilen Gün 119)“Hz.İsa’nın Emri’nden hâsıl olan Beyân, öncelikle bireyin kurtuluşuna ve gidişâtının ıslâh edilmesine odaklanmıştı. Dolayısıyla, insan toplumu dahilindeki esas birim kabul ettiği yüksek bir ahlâk düzeyi ve disiplinin merkezî önemini vurgulamaktaydı. Hiçbir İncil’de, milletlerin birliğine veyahut insanlık âleminin tek bir varlık olduğuna işaret eden sözlere rastlanmamaktadır.”
(Vaât Edilen Gün 119)İlâhi Beyânlar arasında muvaffakiyet göstermiş halkalardan biri olan İslâm Dini, Hz.Bahâ’u’llâh’ın da teyit ettiği üzere, milletlerin tek bir birim olduğu gerçeğini insanlara tanıtmış ve öğretilerinde yer verdiği bu kavramın, insan toplumunun teşkilatlanması aşamasındaki ehemmiyetine değinmiştir. İşte bu, Hz.Bahâ’u’llâh’ın kısaca değindiği, fakat olağanüstü aydınlatıcı manâlar taşıyan tebligatının içeriğini kapsamaktadır: Eski Beyânda (İslâm) şu hakikât ifşâ edilmiştir: ‘İnsanın vatanını sevmesi, imândan sayılır...” Bu ilke, Tanrı Elçisi tarafından tesis edilmiş ve o günün insanına gerekli olan biçimi ile aktarılmıştı. Henüz daha üst düzeydeki bir teşkilâtlanmaya elverişli olmayan dünya koşullarında, bundan daha öte ve yüksek bir aşamadan söz edilmesi mümkün değildi! Bundan ötürü, tababet kavramı kadar millet olma bilinci, Hz.Muhammed’in beyânlarına has tezahürleri simgelemekteydi.
(Vaât Edilen Gün 120)“Eşsiz Dal olan Hz.Bahâ’u’llâh’ın beyân gününde husule gelmesi beklenen muhteşem olaylardan biri de, Tanrı Sancağının bütün milletler üzerinde yükselmesidir. Diğer bir deyişle, tüm milletler ve insanoğulları, Azametli Dalın kendisinden başka bir şey olmayan bu Kutsal Sancağın gölgesinde toplanacak ve tek bir millet olacaktır. Dinci ve tarikatçı ayrılıklar, ırklar ve insanlar arasındaki düşmanlıklar, milletler arasındaki farklılıklar, hepsi de bu zuhurda bertaraf edilecektir. Bütün insanlar tek bir dine bağlanacak, ortak bir inançta birleşerek tek bir ırk olarak yeniden birbiri içinde eriyecektir. Ve en nihâyet tek bir varlık, tek bir insan hâline gelecek; ikâmet ettiği yer ise, ortak vatanı olan yeryüzü toprağından başkası olmayacaktır.”
(Mufâvezat-ı Abdû’l-Bahâ- 65)“Hz.Abdû’l-Bahâ’nın bizi temin ederek kesinlikle kurulacağından söz ettiği insan âlemi birliği, işte bu asırda gerçekleşecektir. Hz.Bahâ’u’llâh’ın teyit ettiği gibi, Azâmet Dili O’nun bu Zuhurunda şu beyânatta bulumuyor: ... övünmesi gereken, vatanını seven değil bütün dünyayı seven olmalıdır...”
(Vaât Edilen Gün 121)Hz.Bahâ’u’llâh, Kraliçe Viktorya’ya yazdığı Levhinde, En Büyük Barış’ı imâ eden şu sözleri ifşâ etmekteydi:
“Sultân olanın mukadder buyurduğu ve tüm dünyayı iyileştirecek en şahâne devâ, en yüce vasıta, insanların tek bir evrensel Emirde ve ortak bir Kaderde birliğe ulaşmasıdır. Bu ise, olağanüstü kudretli ve ilhâmlara hâiz ehil bir Hekimin kuvvetinden gayrı ulaşılması imkânsız bir hedeftir.”
(Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 163)Emrin Velîsi, milletler bünyesindeki organik ve ruhâni birliğe ulaşılmasının, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Beyânındaki vazifeyi vücuda getirdiğine işaret ederken, bu birliğin, bütün insan ırklarının gelecek asrı olacağından söz etmektedir. En Büyük Barış için şu tasvirlerde bulunmuştur:
“En Büyük Barış, dünyanın ruhanileşmesi sürecinin kaçınılmaz bir neticesidir... ve bütün ırkların, inançların, sınıf ve milletlerin birbiri içinde erimesiyle birlikte, her biri, O’nun Kutsal İsmi ile bağıntı hâlindeki Dünya Düzenine tâbi ilâhi buyruklardan başka hiçbir zeminde tutunamayacak, hiçbir veçhile korunamayacaklardır...”
(Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 162-163)25 Aralık 1984 tarihinde Ali Nahçevâni tarafından yapılan bir konuşmada, şu tebligata rastlıyoruz:
“....Şevki Efendi muhacirlere, Altın Çağ ve En Büyük Barışın gelişi ile ilgili olarak Hz.Bahâ’u’llâh’ın Zuhurunun sonlarına doğru belireceği haberini vermiştir. Her halükârda, God Passes By (Hz.Bahâ’u’llâh’ın Zuhuru) adlı eserinin ön sözünde, tüm dünyayı saracak olan Bahâi Müşterek Mülkiyetinin gelecek yılların akışı içinde tezâhür edeceğini açıklıkla ifadeye dökmektedir.”
Nahçevâni, Hz.Şevki Efendi’nin 1936 yılında yazdığı “Dünya Medeniyetinin Serpilişi” kapsamında ve daha sonraki bazı mektuplarında değindiği, En Büyük Barışın şu aşağıdaki alâmetlerinden söz eder:
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Emrine dair bazı açıklamaların kabulü ve kimi hassalarının tanınması;
kitlelerin ruhânileşmesi;bütün ırkların, inanış, sınıf ve milletlerin birbiri içinde erimesi;
Hz.Bahâ’u’llâh tarafından indirilen yasa ve ilkelerin dosdoğru biçimde yaşama aktarılması
Yüce Umumi Adalet Evi’nin, Bahâi dünyasını yönlendiren öncül birim olarak işlev görmesi
Gelecek Zuhurlar boyunca idâme ettirilecek bir dünya medeniyetinin doğuşu – Ebhâ Melekûtunun ihtişamlarını aksettirebilen dünyevî bir cennet – Hz.Bahâ’u’llâh’ın Altın Çağ addettiği asrın dönüm noktası...
(Nahçevâni – 1984)Emrin Velisi, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni adlı eseri ile, kalıcı ve evrensel bir barışın engin temellerini meydana getirecek olan ilkelere dair ayrıntılı izahâtlerde bulunur:
“Hz.Bahâ’u’llâh tarafından öngörülen insanlık âleminin birliği, tüm milletlerin, ırkların, inanış ve sınıfların yakinen ve daimi olarak bir araya geleceği bir dünya müşterek mülkiyet düzeninin kurulması lüzumuna işaret etmektedir. Bu düzen içinde, devlet mensuplarının bağımsızlığı ve onu husule getiren bireylerin şahsi özgürlüğü ile irâdeleri tamamıyla ve kâti surette güvence altına alınacaktır. Şu anki öngörülerimize göre, müşterek mülkiyet düzeni dahilinde bir dünya yasama kurulu tesis edilecektir. Bütün bir insanlığın eminleri mesabesindeki kurul üyeleri, mensup milletlerin tüm kaynaklarını nihâi biçimde denetleyecek, insanlar ve ırklar arasındaki ilişkilerin yanı sıra yaşamı düzenleyici, ihtiyaç giderici olarak vazife gören yasalar getireceklerdir. Uluslar arası bir Güç Birliği tarafından desteklenecek dünya çapındaki bir icrâ memuru, dünya yasama kurulunun çıkardığı yasa ve kararları uygularken, bütün bu müşterek mülkiyet düzeninin organik birliğini emniyete alacaktır. Bir dünya mahkemesi, bu evrensel düzeneği vücuda getiren herhangi bir birimdeki anlaşmazlığı ortadan kaldırmak üzere muhakemede bulunacak ve nihâi kararı olan zaruri hükmünü verecektir. Bütün evreni kapsamına alan, ulusal mânia ve kısıtlamalardan uzaktaki bir dünya arası iletişim mekanizması, olağanüstü süratli ve mükemmel bir istikrar ile faaliyete geçecektir. Bir dünya başşehri, dünya medeniyetinin merkezi sinir sistemi vazifesini görürken, yaşamın birleştirici güçleri bu merkezde toplanacak ve yine dünyaya saçılıp kuvvetlerinin tesirini hissettirecektir. Keşif yolu ile veya mevcut diller arasından bir dünya lisânı seçilecek, bütün federe ulusların okullarında ikinci dil olarak öğretilecektir. Bir dünya el yazısı biçimi, dünya edebiyâtı, resmî elbise ve evrensel bir para, ağırlık ve uzunluk ölçüsü birimi sayesinde, insan ırkları ve milletleri arasındaki iletişim kolaylaşacaktır. Böylesi bir dünya toplumunda, bilim ve din gibi insan yaşamındaki en mühim ve güçlü tesirlere haiz iki kuvvetin, işbirliği, uzlaşma ve ahenk içinde gelişip serpilmesi mümkün olacaktır. Basın, böyle bir teşkilatlanma dahilinde, bir yandan insanlığın muhtelif görüş ve inançlarını ifadeye getirme aracı olarak vazife görürken, bir yandan da kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmelerde bulunan kişi veya kuruluşlardan bağımsız, hükümetlerin ve insanların münakaşacı, iddiacı tavırlarından uzak olacaktır. Dünyanın ekonomik kaynakları yeniden düzenlenecek, ham madde kaynakları ise, tam anlamıyla kullanıma sunulmak üzere elden geçecek; pazarlar yeni bir nizam kazanıp gelişmeye teşvik edilirken ürünlerin dağıtımı adilâne bir yoldan gerçekleştirilecektir.”
“Milletler arası rekabet, kin ve aldatmaca kaybolacak, ırklar arası düşmanlık ve önyargı, yerini dostluğa, anlayış ve işbirliğine bırakacak. Din hususundaki çekişme, daimi surette ortadan kaldırılırken, ekonomik engel ve sınırlamalar yıkılacak, sınıflar arasındaki uygunsuz farklılıklar terk edilecektir. Bir yanda imkânsızlıkların hüküm sürdüğü ortamlar, öte yanda aşırılık sergileyen şahsi mülkiyet edinme eğilimi güncelliğini yitirecektir. İster ekonomik olsun, ister politik, savaşlar uğruna sarf edilen akıl almaz kaynakların israfı durdurulup insanlığın keşifleri ve teknik ilerleme yoluna vakfedilecek; yine aynı uğurda insanların üretkenliği artırılacak, hastalıklar nihâyet bulacak, bilimsel araştırma alanları genişletilip fiziksel sağlık koşulları yükseltilecek; insan beyninin daha keskin ve hassas bir yapıya ulaşması sağlanacak, kullanılmayan ve henüz bilinmeyen yeryüzü kaynakları keşfedilecek; insan ömrü uzarken, bütün insanlık aleminin zihinsel, ahlaki ve ruhani yaşamını canlandıracak her türlü vasıtanın ilerlemesi için çaba gösterilecektir.
“Yeryüzünü idare edecek olan bir Dünya Federe Sistemi, hayâl edilmesi güç mebzuldeki yeryüzü kaynakları üzerinde sarsılmaz bir yetkeye haiz olurken, Doğu ile Batının emellerini birbiri içinde harmanlayacak ve onlara bir biçim kazandıracaktır. Fakat bunu yaparken de, savaş ve savaşın perişanlıklarından tamamıyla azâde olmuş, yerkürenin yüzeyindeki mevcut güç kaynaklarının araştırılmasına temâyül etmiş düzen sergileyecektir. Bu öyle bir düzendir ki, onun himâyesinde “Güç Adalete kulluk” edecektir; idâme ettirilebilmesi ise, Tanrı’nın evrensel zeminde tanınması ve müşterek bir Zuhura biât gösterilmesine bağlı olacaktır. İşte, insanlığın yöneldiği ve yaşamın birleştirici güçleri tarafından sevk edile durduğu hedef budur....”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya DüzeniMüşterek para birimi; müşterek ağırlık ve ölçü birimleri
Din ile bilimin ahengiİdâme ettirilebilirlik özelliğini ve ilhâmını Hz.Bahâ’u’llâh’ın Beyânlarından alması
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 203-204“İşte, En Büyük Barış ile ilgili olarak gözlerimiz önüne açılan tabloda böyle bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Küçük Barış, en başta Hz.Bahâ’u’llâh’ın Bugünün Tanrı Mazharı olarak tanınması olmak üzere, bu koşulların bir çoğundan yoksundur. Bu konu, araştırmalarımızı sürdürdüğümüz esnâda, hatırımızda tutmamız gereken çok önemli bir husustur.”
Nahçevani, 1984Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzere, En Büyük Barış ancak, asırlar sürecek bir evrimleşmenin ardından, Bahâi Beyânının Altın Çağı’nda husûle gelebilecektir.
İlâhi bir Ekonominin EsaslarıTanrı Elçilerinin Evrensel Barışın tesisi hususundaki öngörüleri, geçmişin Kutsal Kitaplarına geniş fırça darbeleri ile çizilmişse de, Hz.Bahâ’u’llâh’ın yukarıdaki alıntılarını incelediğimizde, Altın Çağ ve En Büyük Barışın yapısı kadar ruhunu temsil eden ayrıntılı izahâtlerle karşılaşmaktayız. O, insanlığı dünya barışının tesisi aşamasına hazırlayacak tüm esaslı öğretileri onlara sunmak gibi bir sorumluluk üstlenmiştir.....
“En Büyük Barış... Hz.Bahâ’u’llâh’a ilhâm olunduğu üzere, dünyanın ruhanileşmesi ile birlikte, bütün ırk, kavim, sınıf ve milletlerin birbiri içinde eriyişinin kaçınılmaz bir neticesidir... ve Onun Kutsal İsminden ileri gelen Dünya Düzeni dahilindeki hükümlerden gayrı hiçbir temel üzerinde süreklilik arz edemez; hiçbir vasıta ile muhafaza edilemez....
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 162-163Hz.Bahâ’u’llâh, dünya barışının gereksindiği asal kavram ve ilkeleri tedarik etmekle kalmamış, vazifesi, barış içinde seyrini sürdürmek olan yeni kurumlar yaratmıştır.
“Zirâ Hz.Bahâ’u’llâh’ın insanlığı yalnızca yeni ve yeni olduğu kadar da can veren bir Ruh ile telkinde bulunmadığını halihâzırda ayırt etmemiz gerekir. O, yalnızca belli başlı evrensel ilkeler ifşâ etmemiş, yahut ne denli güçlü, yankı uyandırır ve de evrensel olursa olsun, bugüne has bir felsefe tavsiyesi ile gelmemiştir. O ve kendisinden sonra Hz.Abdû’l-Bahâ, geçmiş Zuhurlardan ayrı olarak, açık ve sarih biçimde bir yasalar silsilesi belirlemiş, kesin kurumlar tesis etmiş ve İlâhi bir Ekonominin esaslarını ortaya koymuşlardır. Bu esaslar ki, gelecek topluma yol gösteren birer emsâl, En Büyük Barışın tesisini mümkün kılacak en yüce vasıta ve dünyanın birliği yolundaki yegâne birim olma mukadderatına haizdirler; dahası, yeryüzünde dürüstlük ve adaletin hüküm süreceğini neşrede durmaktadırlar. Hz.Bahâ’u’llâh ve Hz.Abdû’l-Bahá yalnızca, Tanrı Peygamberlerinin öngörülerinde ve hatıralardan silinmiş bir zamandan bu yana her asırda şair ve kâhinlerin hayâlinde can bulup alevlenmiş emellerin yaşama aktarılabilmesi için ihtiyaç duyulan tüm yolları beyân etmekle kalmamışlardır. Onlar aynı zamanda, benzer manâsı bulunmayan talakâtli bir dil ile, Yüce Umumi Adalet Evi ve Emrin Velisi makamlarının vücuda getirdiği ikiz kurumları, Seçilmiş Vârisleri tâyin etmişlerdir ki, onlar, ilkeleri uygulamak, yasaları topluma tanıtmak, kurumları korumak, Emri, haysiyetli ve ussal bir yoldan, gelişimini sürdürmekte olan toplumun ihtiyaçlarına tatbik etmek ve de Kurucularının dünyaya vaât ettiği gibi asla suistimâle uğramayacak bir verâset olan Emri muhafaza etmek kabilinden sorumluluklar altındadırlar.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 19-20Hz.Bahâ’u’lâh’ın Beyânındaki asal amacın insanlığı barışa yöneltmek olduğu, aşağıdaki şu alıntı ile yeniden teyit edilmektedir:
“Ulvî vazifesi, milletler bütününü organik ve ruhâni birliğe ulaştırmaktan başkası olmayan Hz.Bahâ’u’llâh’ın Beyânındaki delâletlere sadık kaldığımız takdirde, onun doğuşunu, tüm insanlık ırkının gelecek asrını müjdeleyen alâmet olarak niteleyebiliriz. Bu salt biçimde, insanlığın ezelden bu yana değişe duran talihi çerçevesindeki bir başka ruhâni dalgalanma veya gelişmekte olan Beyânlar zincirinin bir sonraki halkası ve hattâ yeniden zuhur eden peygamberler silsilesinin zirvesi olarak ele alınmamalıdır. Burada daha ziyâde, insanlığın bu yerküre üzerinde sürdüre geldiği olağanüstü evrimleşme sürecindeki toplu yaşamının en son ve en yüksek merhâlesine atfedilen nişâneden söz edilmektedir. Bir dünya toplumunun ortaya çıkışı, dünya vatandaşlığı bilincinin uyanışı, bir dünya medeniyeti ve kültürünün filizlenmesi, hepsi de Bahâi Devrinin Altın Çağı içindeki serpilişin iptidâi aşaması ile eş zamanlı olarak belirmesi gereken ve doğaları gereği bu yerküre yaşamı dahilindeki insan toplumu düzeninin en üst sınırına dayanan meseleler olarak kabul edilmelidir. Böylelikle birey olarak insan, böylesi bir tamamına erişin neticesi itibarı ile, gelişip ilerlemeyi ebediyen sürdürecektir; hayır, hattâ sürdürmelidir....”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 163Henüz doğum safhasında bulunan Bahâi Emrî kurumlarının, o en ihtişamlı sükunet evresi olan En Büyük Barış varlık bulmazdan evvel aşması gereken muhtelif aşamalar vardır.....
“.... yüzleşilmesi gereken sayısız mesele, üstesinden gelinmesi zaruri olan engeller, yüklenilmeyi bekleyen sorumluluklardan her biri, meşakkâtli güçlüklerle yoğrulmuş bir İnancı, yoğun karanlıkların, baskıcı yaptırımların ve aşırı özgürleşmenin eşiğinden öteye taşımalıdır ki, orada, bağımsız bir İnanç olarak kabul edilişinin, kardeş dinleri ile eşit haklara kavuşmasının sevincini yaşayacaktır; ardından da bir devlet dini olarak tesis edilip tanınmasıyla birlikte, işlevlerini güçlerinin çeşitliliği doğrultusunda yürüten Bahâi devletine bağlı hak ve imtiyâzlarının sorumluluğunu üstlenme aşamasına doğru yol alacaktır. Bu aşamanın zirvesindeki nihâi gâye ise, tam anlamıyla ruh tarafından can bulmuş ve yalnızca Hz.Bahâ’u’llâh’ın yasa ve ilkeleri ile doğrudan âhenk içersinde faaliyet gösteren bir Bahâi Müşterek Mülkiyetin ortaya çıkışı olmalıdır.”
Advent of Divine Justice 15 (Tablo II’ye bakınız)Ve son olarak, En Büyük Barışın Yüce Umumi Adalet Evi önderliğinde bulunacağını vurgulayan Sevgili Emrin Velisi şu açıklamayı getiriyor:
“Bugünün Ruhâni Mahfilleri, gelecekte farklı biçimlere bürünmekle kalmayacak, bugünkü işlevlerine Hz.Bahâ’u’llâh’ın Emrini tanımaktan ileri gelen güçleri, sorumluluk ve imtiyâzları da katacaklardır; kaldı ki bu Emir, dünyanın kabul ettiği dini bir düzenin çok ötesinde, bağımsız ve Âli bir Kudretin Devlet Dini mesabesinde kabul görecektir. Bir yandan da Bahâi Emri Doğunun ve Batının insan kitlelerine nüfuz ettikçe ve de hakikâti dünyanın kimi öncü devletlerine mensup insanların çoğunluğu tarafından tanındıkça, Yüce Umumi Adalet Evi, güç ve icrasının yetkinliğine ulaşacak, Bahâi Müşterek Mülkiyetinin zirvesindeki vasıta olarak dünyanın gelecekteki birincil devletine haiz tüm hakların, sorumluluk ve vazifelerin rehberi konumuna gelecektir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 7Hz.Bahâ’u’llâh’ın Yazıları ışığında, bir kez daha gerçek ruhâni doğamızı hatırlama fırsatı bulabiliyoruz:
“Ey İnsan Oğlu!Zâtımın kadimliğinde ve Varlığımın Ezeliyetinde idim. Sendeki sevgimi bildim; seni yarattım. Sûretimi sana sûret yaptım; Cemâlimi sana gösterdim.”
Arapça Saklı Sözler no:3“Dünyayı, dünyada yaşayan ve kımıldayan her şeyi yarattıktan sonra, O, koşulsuz ve seçkin İradesi ile insanoğluna, eşsiz bir farklılık olan Kendisini tanıma ve sevme yetisini ihsan buyurmuştur. Bu öyle bir yetidir ki, ona, tüm yaradılışın ilk gâyesi ve yaşam bahşeden nabzı itibârı ile bakmak gerekir. O, yaratılmış her şeyin en içteki gerçeği üzerine Kendi isimlerinden birinin ışığını saçmış ve Kendi vasıflarından birinin ihtişâmına tecelligâh eylemiştir. Oysa insanın özüne, Kendi isim ve sıfatlarının bütün nurunu odaklayarak onu, Kendi Zâtının bir aynası kılmıştır. Yaratılmış her şey arasından, böylesi muhteşem bir lutfâ ve zevâl bulmaz bir inayete nâil olmak üzere, ancak insanoğlu seçilmiştir...”
Hz. Bahâ’u’llâh’ın Sesi-27Ulu Varlık Buyuruyor: İnsana kıymetli mücevherlerle dolu bir maden nazarı ile bakınız. Terbiyedir ki, ona hazinelerini dışarı döktürür; terbiyedir ki, insanlığı o mücevherlerden istifâde ettirir.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Sesi 122Bizi Kendi Sûretinde yaratmakla, bize Onu tanıma ve sevme kabiliyeti bahşetmiş ve tüm insanlığı Onun bütün isim ve sıfatlarını kazanıp yansıtma yetisi ile donatmıştır. Bizlere gönderdiği Zuhurlar vasıtası ile kılavuzlanıp eğitilmemizi sağlamıştır ki, böylelikle yeteneklerimize kavuşmamızı ve ruhâni faziletlerimizi geliştirmemizi mümkün kılmıştır.
Tanrı’nın insanlara Elçi göndermesinde iki maksat vardır: birisi insanoğlunu cehlin karanlığından kurtarıp hakiki bilginin aydınlığına kılavuzlamak, ikincisi ise, insanlar arasında sükûn ve barışı sağlayacak vasıtaları hazırlamaktır.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Sesi 34Bugün insanlık, hem ruhâni hem zihinsel bağlamda “olgunluk çağına” ermek üzeredir; dolayısıyla aynı olgunluk seviyesindeki bir sosyal çevrenin yapılanması ihtiyacı içindedir. İnsan ruhunun tam anlamıyla gelişip kendini bugüne değin ifade edemediği en yüce bir biçimde ifade edebilmesi için, evrensel ve evrensel olduğu kadar barış dolu bir düzenin tesis edilmesi, zaruri bir ihtiyaç mesabesindedir. Hz.Bahâ’u’llâh ise, böylesi bir ortamın kurulabilmesi için gereken bütün vasıtaları yeryüzüne indirmiştir.
Gelecekteki En Büyük Barış, Hz.Bahâ’u’llâh’ın öngörüleri ışığındaki doğası gereği, bütüne bütün insan topluluklarını zihinsel, manevi ve yaratıcı yeteneklerini ortaya dökmekten alıkoyacak her nevi önyargıdan arınmış olacaktır. İnsanlık, savaşın gereksindiği doğal ve insanî kaynakların fütursuzca isrâf edilmesinden kurtularak, işlevlerini dünya birliği ilkeleri ve insanın ruhâni doğası ile uyum içerisinde yürüten ekonomik, sosyal, ruhâni ve idâri kurumlara kavuşacaktır. İnsan tabiatını her yönü ile geliştirip büyümeye sevk edecek bir ortam hâsıl olacak, insan ruhuna en elverişli bir “evrensel ikâmetgâh” varlık bulacaktır. Öte yandan toplum ise, ister ruhâni ister cismâni bağlamda, insanın haysiyetli doğasına yanıt verir hâle gelecektir.
Tanrı’nın Yeryüzü SaltânatıBu bölümün başlarında değindiğimiz İşaya’nın kimi sözleri, barış dolu ve ruhâni bir toplumun gelişine istinât eder. Yeni Ahit’te ise, aynı mesele bir duâ ile gündeme gelmektedir:
“...Senin Saltânatın gelecek; ve yeryüzünde, gökyüzündeki gibi Senin İrâden vukû bulacak..” Vahiy Kitábı’nın (Apocalypse) yazarı, yine benzer bir teyitte bulunmaktadır: “Ve, yeni bir gök semâsı ile yeni bir yeryüzü gördüm...”
Kimi Bahâi Yazılarına baktığımızda, insan toplumunun, en üst merhâledeki bir evrensel düzene ulaştığı ve Tanrı’nın insanoğluna mukadder buyurduğu gâyeyi yansıtabildiği bir dünya birliği evresine isnât eden muhtelif kavramlarla karşılaşmaktayız. Bahâi Yazıları kapsamında vurgulanan ve bu evreye işaret eden isimlerden bazıları şunlardır: Altın Çağ; Dünya Medeniyeti; Milletlerin Müşterek Mülkiyeti; Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni; Bahâi Müşterek Mülkiyeti; İlâhi Siyâset; İnsanlık Federasyonu; En Büyük Barış.... Tüm bu isimler, Tanrı Saltânatının gelişine istinât eden İncil’deki kavramlarla aynı manadadır ki, bütün milletlerin, ırk, kavim ve dinlerin bir araya geleceğini imâ etmektedirler.
KÜÇÜK BARIŞEn Büyük Barıştan evvel, insanlık küçük barışı tesis edecektir.
“Bahâi Beyânı dahilinde mevzu bahis edilmiş seviyenin altındaki hiçbir vasıta ve Onun öğretilerinde hükmü geçen ulvî usulden öte hiçbir yöntem, insanlığın müşterek gayreti neticesinde ulaşılabilecek olan Küçük Barışın ötesinde veya berisindeki bir noktaya varmayacaktır. Dinimizin Yazarı tarafından bizzat ifadeye dökülmüş bulunan bu hakikât, yeryüzü kralları ile liderlerine atfettiği bazı sözlerle bir kez daha teyit edilmektedir: ‘En Büyük Barışı şu anda geri çevirmiş bulunduğunuza göre, Küçük Barışa sımsıkı sarılınız... belki bu sayede, kendiniz kadar size bağlı olanların hal ve vaziyetini bir nebze olsun iyileştirmeyi başarabilirsiniz.’ En Büyük Barış mevzusuna hararetle değindiği bu aynı Levhinde, yeryüzü önderlerine şu tavsiyeleri vermektedir: ‘Aranızdaki ihtilaflara son verin ki, sorumlusu bulunduğunuz toprakları korumak maksadından öte hiçbir veçhile silahlara gereksinim duymayasınız.... Birleşiniz ey yeryüzü Kralları; zirâ bu sayede, aranızdaki ahenksizlik kasırgaları dinecek ve insanlarınız sükun bulacak; eğer anlayanlardan olabilirseniz... Aranızdan biri, bir diğerine karşı silahlanacak olsa, hepiniz onun aleyhine ayağa kalkın; çünkü bu, adaletin beyânından başkası değildir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 162Sayın Nahçevani, daha önceden değindiğimiz konuşması sırasında, bu vasıtanın, insanlığın silahsızlanma yolundaki politik gayretleri kadar milletler arasındaki barışın tesisine öncülük edecek müşterek emniyet ilkelerinin geçerlik kazanması aşamasına tekabül ettiğini belirtmiştir. Evrensel barışın bu ilk evresi, daha ileriki safhalarda açılımlara uğrayacak ve En Büyük Barış evresinde tam tekâmüle uğrayarak insan kitlelerinin ruhanileşmesi evresinin ön aşamasını vücuda getirecektir.
“İşte bu sebepten, eğer ki En Büyük Barış, Küçük Barışı takiben gerçekleşmeye mukadderse, ki mukadderdir, Küçük Barış evresinin tam manasıyla tesis edilebilip olgunluğa erişmesi, kısa bir zaman aralığından ziyâde tedricen gelişecek olan uzun bir süreci kapsayacaktır.
Nahçevani, 1984Küçük Barış, gelişimini muhtelif aşamalardan geçerek tamamlayacaktır.
İlk aşamaya istinât ederken, Nahçevani, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın Montreal Star gazetesinin bir muhabirine verdiği yanıtı anımsatır:
“...bu asırda tesis edilecektir. 20.asırda ise evrensel olacaktır; ve tüm milletler ona katılmak durumunda kalacaklardır.
Genel bir antlaşma uyarınca gerçekleşecek ve bütün hükümetler silahsızlanacak; hem de aynı anda...”
Nahçevani, 1984 (Hz.Abdû’l-Bahâ’nınTakip eden bölümlerde, Küçük Barışın döllenme aşaması itibarıyla tabiatını ele alırken, kimi aşamalarına değineceğiz.
DEVİRLER – GEÇMİŞ, BUGÜN VE GELECEKEn Büyük Barışın ne zaman tesis edileceği tam olarak bilinmemekle beraber, Bahâi Zuhurunun Altın çağ evresinde gündeme geleceği aşikârdır. Hz.Bahâ’u’llâh’ın Zuhuru, üç devir hâlinde ele alınır:
Kahramanlık Çağı1844 yılında, Hz.Bâb’ın kendisini açıklamasıyla başlayan Kahramanlık Çağı, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın 1921 yılındaki suûdu ile son bulmuştur. (God Passes By XIII)
Teşekkül Çağı ise, 1921 yılında başlamış olup Altın Çağa dek sürecek olan evreyi kapsamaktadır. Altın Çağın ne vakit başlayacağı tam olarak bilinmiyorsa da, Teşekkül Çağının kapanabilmesi için hangi muhtelif hedeflere ulaşılması gerektiği bilinmektedir.(God Passes By 26)
Öte yandan, Emrin Velisi Hz.Şevki Efendi’nin God Passes By adlı eserinin önsözünde belirttiği gibi, Altın Çağ ile En Büyük Barışın, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Zuhuru dahilindeki müteakip yüzyıllar içerisinde ortaya çıkacağını da kesin olarak bilmekteyiz.
Şu anda ele alacağımız evre Teşekkül Çağıdır; onu, Küçük Barışın tesisi sürecindeki maksadını daha iyi kavrayabileceğimiz kadar yakından irdelemeye çalışacağız.
TABLO ÜÇİnsanlığın kaçınılmaz biçimde yaklaşmayı sürdürdüğü ve nihâi hedefi olan gelecekteki En Büyük Barışa dair kimi belirleyici hassaları inceledikten sonra, içinde bulunduğumuz çağa bir göz atalım isterseniz. Şu anda, 1921 yılında başlamış bulunan Teşekkül (Oluşum) Çağını yaşamaktayız. Bu çağ:
“Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dini dahilindeki mahalli, milli ve uluslar arası kurumların biçimleneceği, gelişip tam anlamıyla sağlamlaşacağı bir evredir; bu çağ, Tanrı’nın insanlığa bahşettiği en son Beyânın meyvesi mesabesindeki dünya düzenini husule getirecek olan üçüncü ve son çağın, yani Altın Çağın umudunu taşıyan bir çağdır; bu çağda husule gelecek meyvenin olgunluğu, bir dünya medeniyetinin ve de Hz.İsa tarafından vaat edilmiş olan ‘Babanın Yeryüzündeki Saltanatı”nın tezahürüne delâlet eden bir öncü merasimi temsil etmelidir.”
God Passes By 324“....Hz.Bahâ’u’llâh’ın Emri dahilindeki Yönetim Düzeninin kurulması”na tanıklık edecektir.
“... bu öyle bir sistem içerir ki, Onun Düzeninin hem müjdecisidir, hem çekirdeği, hem de emsâlidir...”
God Passes By XV“Bahâi dininin ilk yüzyılı içindeki son 23 yıllık evre, Teşekkül Çağının iptidai aşaması olarak nitelenebilir. Bu evre, Yönetim Düzeninin doğuşu ile özdeşleşmesi gereken bir ‘Geçiş Çağı’dır ki, gelecekteki Bahâi Müşterek Mülkiyeti dahilindeki kurumlar, Bahâi Zuhurunun tamamına eriş aşamasına tanıklık edecek olan Altın Çağda, nihâi biçimde Yönetim Düzeninin temelleri üzerinde yükselmiş bulunmalıdır. Yönetim Düzenini varoluş sahasına çıkaran, hassalarını biçimleyen ve süreci başlatan Genelge ise, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın Vasiyetnâmesinden başkası değildir; bu vasiyetnâme ki, neslin verâsetini muhteşem bir şekilde üzerine alışına, zihninin en üst düzeyde sudur edişine ve Bábasının Zuhuruna dair bütünleyici cüzlerin, üç çağ boyunca süreklilik arz etmesini mümkün kılışına sebep en yüce bir vasıtadır....”
God Passes By 325“... öylesine paha biçilmez bir cevheri muhafaza edip sinesinde barındıran kabuk mesabesindeki Yönetim Düzeni, yükseliş ve tesis edilişi itibarıyla Bahâi Devrinin ikinci evresi olan teşekkül çağının simgesidir; ve gözlerimizden ırayarak ileriye doğru yol aldığı süreç içerisinde, bu ihtişamlı Zuhurun tamamına eriş aşamasına mübaşirlik edecek öncü birim konumuna gelecektir.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 156“Hz.Abdû’l-Bahâ’nın suûdundan bu yana, gözlerimizin önünde tekâmülünü sürdüren ve de biçimlenmekte olan Yönetim Düzeni... Vasiyetin ta kendisi, yeni doğan çocuğun beslenip büyütüldüğü sarsılmaz ve müstahkem mevki kabul edilebilir. Bu Yönetim Düzeni, açılımlara uğrayıp sağlamlaştığı esnâda, şüphe yok ki bu ehemmiyetli Belgenin içindeki mevcut güçleri beyân edecek ve delâlet ettiği hakikâtleri ifşâ eyleyecektir; bu Belge, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Zuhuru dahilindeki en kayda değer Şahsiyetlerden birinin Vasiyetinden başkası değildir. Bütünleyici cüzleri kadar organik kurumları, metanetli ve etkin biçimde işlevselleşmeye başladıkça, arzusunu teyit edecek olan bu Belge, yeni Dünya Düzeninin yalnızca çekirdeği değil, emsâli olarak kabul edilmesi gerektiğini gözler önüne sererek, vakti geldiğinde bütün insanlığı sarmaya mukadder bulunduğunu ispatlayacaktır.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 144Yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı üzere, Teşekkül evresini biçimleyen en önemli özellik, Tanrı’nın Yeryüzü Saltânatı olan En Büyük Barış süresince nihâi biçimde işleyecek kurumların tesis edilişidir. İşte bu, tamamlanma ve yapılanma sürecidir.
Teşekkül Çağına dair bazı hedeflerSevgili Emrin Velîsi, Teşekkül Çağının ne vakit tamamına ereceği ile ilgili kesin bir tarihten söz etmemiş olmakla birlikte, insanlığın üçüncü çağ olan Altın Çağa geçişini mümkün kılacak ve bu evre boyunca ulaşılması gerekilen bazı hedefler belirlemiştir.
“Teşekkül Çağı kadar, şimdiki ve onu takip eden dönemlerin seyri içinde, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Emrî Yönetim Düzeninin çatısını inşâ etme sürecini taçlandıracak en son merhalede ‘Yüce Umumi Adalet Evinin seçilmesi’ aşaması tamamlanmış olacaktır; Onun Beyânının Ana Kitábı olan Akdes Kitábı kanunlaştırılmış ve yasaları neşredilmiş, Küçük Barış tesis edilmiş, insan alemi birliğine ulaşılıp olgunluğa erilmiş, Hz.Abdû’l-Bahá tarafından ortaya konan tasarı gerçekleşmiş, dini tahakkümlerin zinciri kırılarak bu Emrin bağımsız konumu evrensel biçimde kabul edilmiş olacaktır; öte yandan Zuhuru tamamına erdirme mukadderatını taşıyan Altın Çağ’da, bu Emrin Yazarı tarafından vaat edildiği üzere En Büyük Barışın sancağı göndere çekilmiş, Dünya Bahâi Müşterek Mülkiyeti tüm kudreti ve ihtişamı ile zahir olmuş, ve Büyük Barışın çocuğu olan dünya medeniyeti doğmuş ve serpilmeye durmuş olup bütün insanlık alemi üzerine paha biçilmez inayetlerini saçmış olacaktır.
Citadel of Faith 6Bu hedeflerden bazıları, Bahâi kurumlarının gelişimi ile doğrudan bağıntı halindedir; oysa diğer hedefler, insanlığın geneli tarafından ulaşılmayı beklemektedir. Yüce Umumi Adalet Evi, dünya Bahâileri tarafından 1963 yılında seçilmiştir; Akdes Kitábı 1973 yılında yasallaşmış, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın İlahi Planı, küresel bir zeminde yaşama aktarılma süreci içerisindedir; Emir, dünyadaki kimi hükümetler tarafından bağımsız bir din olarak kabul edilmiş ve kabul edilmeyi sürdürmektedir; bir yandan da dinî tahakkümlerin zincirlerinden kurtulup bağımsızlığına kavuşma yolunda, tedrici aşamalar kaydetmektedir. Küçük Barışın tesisi, yeryüzü milletleri tarafından 20.yüzyılda merasimle açılırken, insan alemi birliği ve kemalâtı, Bahâi öğretilerinin insanlık üzerindeki tesirleri ile insanlığın geneli arasındaki karşılıklı ilişkilerin bir neticesi olarak tezahür edecektir.
Tanrı’nın Büyük ve Küçük PlanlarıYeryüzündeki birliğe doğru hareket etmekte olan ilâhi kuvvetlerin, bir yanda Bahâi toplumu, öte yanda insanlığın bütünü olmak üzere iki farklı zeminde etkinlik gösterdiği, Sevgili Emrin Velîsi tarafından açıklanmıştır. Yüce Adalet Evi, bu konuya şu açıklama ile ışık tutmaktadır:
“Hz.Şevki Efendi, dünyada seyrini sürdürmekte olan iki muhteşem süreçten söz etmiştir: insanlığın bütünü dahilinde işleyen ve çalkantılar eşliğinde gelişen Tanrı’nın büyük planı, dünya alemi birliğine giden yoldaki engelleri yıkarken, insanlığı tek bir beden haline getirmek üzere sıkıntı ve tecrübelerin ateşinde eritmektedir. Bu süreç, Tanrı’nın uygun gördüğü bir zamanda, dünyanın politik birliği mesabesindeki Küçük Barışı doğuracaktır. O vakitte insanlık, tek bir bütün hâline gelmişse de henüz can bulamamış bir bedene benzeyecektir. Bu bedene yaşam bahşedecek olan ikinci süreci gerçekleştirmek ise, bilinçli bir vaziyette, tafsilatlı talimatlar ve kesintisiz ilâhi kılavuzluk eşliğinde Tanrı’nın Yeryüzü Saltânatı dokusunu dokumakta olan Bahâilerin vazifesidir ki, onların insan kardeşlerini çağıra durduğu ve böylelikle ebedi yaşam ile müşerref eyledikleri bu süreçte, gerçek birlik ve En Büyük Barış evresinde ışıyacak olan ruhaniyet tezahür edecektir.”
“Tanrı’nın Büyük Planı, gizemli bir şekilde yalnızca Onun yönlendirdiği yollar üzere seyrini sürdürürken, Onun, insanlığı kurtuluşa erdirecek tasarısı dahilinde bizlere bahşettiği Küçük Planın çizgisi açıklıkla belirlenmiştir. İşte bizlerin tüm kuvvetlerimizi vakfetmemiz gereken mesele budur; zirâ bu işi üstlenecek başka birileri de yoktur...”
Wellspring of Guidance 133-134İnsanlığı tek bir beden halinde bütünleşmek üzere eritir (sıkıntı/ tecrübe)
Küçük Barışı doğurur (politik birleşme). Bu vakitte insanlık, tek bir bütün dahi olsa henüz cansız haldeki bir beden gibidir.
Küçük Plan:İnsanlık alemi bedenine yaşam nefesini üfleyecek olanlar Bahâilerdir
En Büyük Barışı husule getirecektir....Hayal Kırıklıkları Evresi veya Geçiş Evresi olarak nitelenebilecek Teşekkül Çağına bağımlı olarak seyrini sürdüren ikinci süreç, ciddi boyuttaki değişimler ve de yükselişlerin yanı sıra felce uğratıcı tecrübeleri beraberinde getirecektir.
“.... sonraki sürecin parçalayıcı tesirleri yoğunlaştıkça, insanlığı mukadder buyrulduğu hedefe doğru yol almaktan alıkoyan, güncelliğini yitirmiş engelleri ortadan kaldırmak için hep daha büyük bir şiddete meyledecektir. Yapıcı süreç ise, Hz.Bahâ’u’llâh’ın doğuş hâlindeki Emri ile ilintili olup bu Emrin ezelden beri tesis etme zaruretini taşıdığı yeni Dünya Düzeninin de müjdecisi konumundadır. Diğerinin çizgisini belirleyen yıkıcı güçler, yeni asrın beklentilerine yanıt vermeyi ret etmiş bir nesle atfedilmelidir ki, netice itibarıyla onu kargaşa ve çöküşün eşiğine taşımıştır.”
“Hz.Bahâ’u’llâh’a inananların vücuda getirdiği düzenli toplum kadar, insanlığın bütünü tarafından kat edilen geçiş evresindeki bu muhalif meyiller, nihâi neticesi itibarıyla sözle ifade edilemeyecek kadar şaşaalı, fakat azametinin benzeri bulunmaz nispette devâsa olan ruhâni bir mücadelenin doğuşuna öncülük etmişlerdir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 170“... evrensel mayalanmanın muhtelif burhanları, yerkürenin her kıtasında ve ister dîni, ister sosyal, ekonomik veya politik, insan yaşamının her biriminde, insanlığı arındırıp yeniden biçimleyerek, onu, insan ırkının bütünlüğünü ayrımsamış ve de birliğini tesis etmiş olacağı Güne hazırlamaktadır.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 170Bu Geçiş evresinde, ergenlikten yetişkinliğe doğru yol alabilmeyi mümkün kılacak her türlü değişiklik yapılmalıdır.
“Medeniyet tarihindeki en vahim buhranların yaşandığı şu döneme baktığımızda, insanlığın aheste ve ıstıraplı evrimleşmesinin ergenlik aşamasında olduğunu görebiliyoruz; ki bu aşama onu, Hz.Bahâ’u’llâh’ın öğreti ve kehanetlerinde saklı bulunan vaadine, kâmil oluş evresine, olgunluk merhalesine ulaştıracak olan hazırlık aşamasıdır. Bu geçiş çağının çalkantıları, gençlik yıllarının hiddetini, gerçekçi olmayan güdüsel davranışları, çılgınlığını, müsriflik ve gururunu, kendine aşırı güveni, baş kaldıran ve düzenli olmaktan nefret eden yapısını yansıtmaktadır.”
“Bebeklik ve çocukluk çağları, bir daha dönmemek üzere geride kalırken, bütün çağların kemâline ve
bütün bir insanlığın gelecekteki çağına delâlet eden Muhteşem Çağ henüz ulaşılmaya çalışılan bir mesafededir. İnsanlık tarihindeki bu en kargaşalı ve sarsıntılarla dolu geçiş evresi, kaçınılmaz biçimde gelecek olan Çağların Çağının yaklaştığını haber verirken, insanlığı “bitiş vaktine” hazırlamaktadır. Bu vakitte, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana kendisini karalayan ahmaklık ve anlaşmazlığın çalkantısı kaybolacak ve yerini, ebediyen sürecek, dış müdahalelere maruz kalarak bozulmayacak evrensel bir hikmet ve sükunete bırakacaktır. Bu vakitte, insanoğlu çocuklarını münakaşa ve ayrılığa iten sebepler, itilâf vesilesi olup insanlık toplumunu vücuda getiren muhtelif cüzleri tam bir birliğe sevk edeceklerdir.
The Promised Day is Come 117Geçiş evresi, Emrin Velîsi tarafından betimlendiği üzere şu manaları barındırır doğasında:
“...mihnet ve kederler, bahtiyar bir saadet Devrinin alâmetidirler ki, onlar Tanrı’nın bütün insanlığa mukadder buyurduğu nihâi gayeyi tecelli ettireceklerdir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 171“.. yoğun çalkantıların ve her yanı sarmış bulunan elemlerin yaşandığı bir evre.... ve öylesi ahlaki ve sosyal karartılarla gölgelenmiş ki, tövbekâr olmayan bir insanlığı, mukadderatında bulunan verâsetin mükâfatına hazırlayabilecek yegâne vasıtadır adetâ.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 168“İstikrarla ve karşı konulmaz bir şekilde yaklaşmakta olduğumuz evre, işte böylesi bir evredir. Başımızın üzerinde kümelenmeyi sürdüren gölgeler giderek artarken, tarihin ufkunda beliren Hz.Bahâ’u’llâh’ın bâtın hükümranlığının pırıltılarını güçlükle seçebilmekten öteye geçemiyoruz. Hz.Bahâ’u’llâh tarafından öngörülmüş Dünya Müşterek Mülkiyetinin döllenme aşaması olarak nitelenebilecek bir evrede yaşamış bulunan ‘kısmi aydınlığın nesli’, öyle bir vazifeye tâyin olunmuştur ki, bizlerin bu yüksek imtiyâzı hakkıyla takdir edebilmesi imkansızdır; bir nebze olsun ayırdına varabildiğimiz konu, ancak o dönemin çetinliğidir. Karanlık güçlerin, elem verici musibetleri bir çağlayan misâli yeryüzüne salmak üzere harekete geçmiş bulunduğu böyle bir evreyi tecrübe etmek üzere çağrılmış olan bizlerin, Emrimizin Altın Çağını müjdeleyecek şafak vakti sökmeden evvel çalması gereken en karanlık saatin henüz gelmediğine inanması, işten bile değil! Halihazırda yeryüzünü saran hüzün ne kadar meşakkatliyse de, dünyanın katlanmak durumunda kalacağı felaketlerin ateşi henüz hazırlık aşamasında olup herhangi bir kimse tarafından tahayyül edilemeyecek nispette karanlıktır. Şu anda öyle bir çağın eşiğinde durmaktayız ki, onunla birlikte gelecek olan felce uğratıcı tesirler, bir yandan eski düzenin yıkılışını, diğer yandan yeni düzenin doğuşunu ifşa edercesine patlayacaktır. Hz.Bahâ’u’llâh’ın duyurduğu Emrin can bahşedici etkileri sayesinde, Yeni Dünya Düzeninin döllenmiş bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim bizler bu günde, kendisi için tâyin olunmuş saati bekleyen ve o vakit yükünü atıp en güzel meyvesini hâsıl edecek olan meşakkatli bir asrın rahmindeki kıpırtıları duyumsayabilecek durumdayız.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 168-169“Parçalanma süreci, merhametsizce devam etmek mecburiyetindedir; yıkıcı tesirleri ise, cüzlerine ayrılmakta olan bir asrın çekirdeğine iyiden iyiye işleyerek derinliklerine kadar ulaşmalıdır. Münakaşa halindeki milletlerin, ümmet, sınıf ve ırkların, evrensel elem potası içerisinde eriyerek hiddetli bir ateşin alevleri ile yeniden biçimlenebilmesi için hâlâ sayısız kedere ihtiyaç vardır. Ancak bu sayede tek ve organik bir müşterek mülkiyet haline gelebilecek, tek ve muazzam boyuttaki, birlik ve de ahenk üzere işleyen bir sistemin içinde erimeyi başaracaktır. Akla hayâle sığmayacak derecede ürkütücü felaketler, düşlenemeyecek krizlerle birlikte yükselişler, savaş, açlık ve hastalıklar, çekincesiz bir neslin ruhuna, tanıyıp kabul etmektense kibirlenmeyi yeğlemiş olduğu ilke ve hakikâtleri işlemek üzere birbirine karışmış bir hâlde ortaya çıkacaktır. Daha evvelinde hiç kimsenin tecrübe etmediği ağırlıktaki acı ve musibetler gelip geçmek durumundadır ki, bu yıpranmış toplumun dokusu, yeniden yapılanıp canlanmadan evvel kederlerin tesiri ile tam bir çözülmeye uğrasın.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 168-169“Uzayıp gitmeyi sürdürürken, dünyanın dört bir yanına ıstırap veren felaketler, kargaşa ile, evrensel çöküş ile müttefik olmuşçasına milletleri felce uğratmak mecburiyetindedir; dünyanın bilincini alt üst edip kitleleri içine düştükleri seraptan kurtararak toplumun idrakinde dehşetli bir değişim yaratma sürecini hızlandırmalıdır; ve akabinde, insanlığın parçalanıp kanamaya yüz tutmuş uzuvlarını ebediyen ittifak etmek üzere organik bir birlik, ayrılmaz bir bütün ve de tek bir beden olmaya sevk etmelidir.
The Promised Day is Come 122- 123Kendinize şu soruyu soruyor olabilirsiniz: “evrensel barış öncesinde neden bu denli ıstıraplar çekmek durumundayız?” Bu soruyu yanıtlayabilmek üzere Yazılara baktığımızda, sıkıntı ve kederlerimizin nedenini ortaya koyan birçok açıklama ile karşılaşmaktayız:
Ey İnsanoğlu!Belâm inayetimdir. Görünürde öç ve od, gerçekte ışık ve rahmettir. Herkesten önce ona koş ki, ezeli bir nur ve ebedi bir ruh olasın. Bu benim emrimdir; onu bil.
Arapça Saklı Sözler- 51“Bakışlarımızı insanlığın kanı ile sulanmış tarihine çevirdiğimizde, ister zihinsel isterse de fiziksel bağlamdaki manevi ıstıraplarının, ne denli meşakkatli olursa olsun, onu, insanlık medeniyeti tarihindeki en muhteşem izlerle dolu devirsel değişimlerin eşiğine taşıdığını fark ederiz.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 45“Geçmişteki olağanüstü değişimlerin tesirleri geniş bir alanda etkin olmakla birlikte, insanlığın bu çağdaki yazgısı olup tecrübe edeceği, eşi benzeri görülmemiş azamet ve enginlikteki değişimine giriş kabilinden bir yardımcı tasfiye vazifesini yerine getirmiştir; nitekim geçmişin değişimlerini, sonraki değişimden bağımsız olarak kendi bakıları içinde ele aldığımız vakit, ortaya çıkma ihtimallerinin bulunamayacağını görebiliriz. O halde, bir yeryüzü afetinden doğacak kuvvetlerin, insan düşüncesinde yeni bir çığır açmaya yetecek yegâne vasıta olduğu, iyiden iyiye aşikâr bir hâl aldı. Ciddi boyutlardaki benzersiz bir elem ateşinden başkası, bugünkü medeniyetin cüzlerini teşkil eden, birbirine muhalif varlıkları eritip yeniden kaynaştırmaya ve de gelecekteki dünya müşterek mülkiyetinin tamamlayıcı birimleri hâline getirmeye yetmeyecektir; gelecekteki olaylar, bu hakikâti hep daha bir açıklıkla gözler önüne serecektir.
“Saklı Sözlerde geçen, Hz.Bahâ’u’llâh’ın kehanet dolu uyarıları, insanlığı kederlendirecek olan ivedi bahtı konusuna cılız bir ışık tutmaktadır: “Ey yeryüzü sakinleri! ....beklenmedik bir belâ arkanızdan geliyor... büyük bir felaket sizi bekliyor.” Terbiye edilip hazır hâle gelmiş bir insanlığı doğuracak olan yakıcı ateşten öte hiçbir sebep, yeni asrın önderlerine, üstlenmek üzere ayağa kalkmak durumunda kalacakları sorumluluk duygusunu zerk etme muvaffakiyeti gösteremez.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 46Anlaşılan şu ki, dünya liderlerinin zihinlerinde bir değişim yaratabilecek vasıtalar, sıradan vasıtalar değildirler. Onları, kendi arzuları ile hükümranlıklarını bırakmaya, yerine uluslar arası bir milletler federasyonunu koymaya, onları milliyetçi ve ırkçı önyargılarından vazgeçip sınırları dahilindeki doğal kaynakları dünyadaki tüm insanlarla paylaşmaya yöneltecek vasıta, ne diplomasidir, ne bildiğimiz türden anlaşmalardır; ne müdafaadır, ne de alışageldiğimiz türden hesaplaşmalar... bu aşina olduğumuz vasıtalardan hiçbiri, adil bir düzenin kurulabilmesi için gerekli olan olağanüstü değişimleri beraberinde getirmeye yetmeyecektir.
“Sevgili dostlar! İnsanlığa ister bireysel gidişâtı ışığında, isterse de düzenli toplumlar ile uluslar arasındaki ilişkileri bağlamında bakalım, öylesine avareleşmiş ve yoldan sapmış, öylesine dehşetli bir çöküntü içine girmiştir ki, en kabiliyetli addedilen önderleri yahut hükümet adamları dahi, onu, yardım almaksızın sarf edecekleri çabalar doğrultusunda kurtaramayacaklardır. Düşünceleri ne denli kaygısız, yaklaşımları mutabık, baş koydukları dava uğruna seçtikleri hedefler ne kadar da tasarruftan uzak ve vefakâr olursa olsun, en yüksek makamdaki bir devletlinin yapacağı hiçbir hesap, en ehil ekonomi uzmanlarının ortaya koyacağı hiçbir nazariye, en nihayet, böylesi şaşkınlık içindeki bir dünyanın gelecekteki temellerini teşkil edemeyecektir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 34Tanrı Emrinin Eli ve Emrin Velisinin eşi Amat’ûl-Bahá Ruhiye Hanım, bu gerçeği uygun bir dil ile şöyle ifade etmiştir:
“Eğer ki bizler, yeni bir günün güneşi doğmazdan evvelki nesil olarak, şu evrede karşılaştığımız felaketlerin sebebini merak etmekteysek, aradığımız tüm yanıtların, öğretilerimizin delâlet ettiği manaları muhteşem bir şekilde açıklayan Emrin Velisinin yazılarında ayân beyân ortaya konduğunu bilmemizde yarar vardır. Bize öğrettiği iki etmenden ilki, Hz.Bahâ’u’llâh’ın şu beyânında gizlenir: “Çok yakında, bugünün düzeni dürülecek ve yerini yeni bir düzene bırakacaktır.” Her biri kendi geleneklerinin, batıl itikât ve ön yargılarının fahri muhafaza örtüsü ardına sığınmış sayısız topluma, yeni bir evrensel varoluş çerçevesini benimsetebilmek, yüceler yücesi Tanrı’dan gayrı hiç kimsenin başaramayacağı bir iştir ki, yoğun acıları da peşi sıra sürükleyecek bir manevradır. İnsanların ruh ve zihinlerinin düzeyinden ötürü daha da elzem bir vaziyet sergileyen bu durum, kimi toplumları habis bir laikleşmenin esiri hâline getirip dinsizliğin baharına sevk ederken, kimi toplumları da uğultulu bir maddiyatçılık ve ırkçılığın kabzasına hapsetmektedir. Hz.Şevki Efendi’nin de teyit ettiği üzere ‘Tanrı’nın Haklarını gasp’ anlamına gelen bu duruma karşın, yeryüzü insanları neredeyse bir asrı geçkin bir süreden beri, bütün dinlere Vaat Edilmiş Olanın gelişini tanıyıp bütün milletleri kurtuluşa erdirecek olan yegâne vasıta mesabesindeki Dinini aramayı ret etmiş, dolayısıyla da kendisini suçlu konumuna getirmiştir. Hz.Şevki Efendi’nin tasviriyle, temelde dünyanın böylesi manevi ıstıraplara maruz kalışının nedenini, bu Yeni Dinde, Tanrı’nın Ruhunu taşıyan ve Onun tüm insanlık adına güttüğü gâyeyi vücuda getirecek olan İlâhi Beyânın paha biçilmez cevherinde aramak gerekiyordu. Hz.Bahâ’u’llâh bizzât, kendi sözleri ile bu gerçeği onaylamaktadır: “Dünyanın dengesi, bu en muhteşem yeni Dünya Düzeninden hasıl olan titreşimlerin tesiri ile sarsılmıştır.” Halihâzırdaki düzenin acınası nispette noksanlıklarla dolu olduğu gözler önüne serildikçe, uzayıp gitmekte olan felaket ve kargaşa alametleri de seçilebilir bir hâl almaktadır. ‘Dünya doğumun eşiğindedir; çalkantıları ise gün be gün artmaktadır. Yüzünü inatçılık ve itikatsızlıktan tarafa çevirmiş olan dünyanın kefâletini şu anda salıvermek, uygunsuz ve yersiz olacaktır. Onun taşkınlıkları uzun müddet sürecek, kararlaştırılmış saat çalındığında ise, tüm insanlığın uzuvlarını sızlatacak olan tezahür edecektir. İşte o vakit, yalnızca o vakit İlâhi Miyârın yelkenleri açılacak ve Rıvanın Bülbülü ezgisini şakıya duracaktır.’ ‘Belli bir müddet sonunda, yeryüzündeki tüm hükümetler değişecek; dünyayı baskı ve zulümler saracak; en nihayet evrensel bir sarsıntıyı takiben, batındaki saltanatın göklerinden adalet Güneşi yükselecektir.’
“Hz.Şevki Efendi’nin, ışıklı sözlerle bizim için betimlediği, geleceğe dair öngörüler işte bu denli heyecan vericidir; her türlü korkuyu alıp giderken, her Bahâinin yüreğini öyle bir emniyet ve neşe ile doldurur ki, hangi mebzulde olursa olsun, karşısına çıkacak hiçbir sıkıntı ve mahrumiyetin onun İnancını kırmasına yahut umutlarını yok etmesine müsaade etmeyecektir. Şöyle sürdürür sözlerini Hz.Şevki Efendi: ‘Dünya gerçekte, kaderine doğru yol almaktadır. Yeryüzündeki bölücü kuvvetlerin başını çeken önderler ne yapıp etseler, ne söyleyip konuşsalar da, dünya insanları ile ulusları arasındaki bağımsız ilişki, çoktan tamamını bulmuş bir meseledir.’ Dünya Müşterek Mülkiyetinin, er ya da geç bütün bu kargaşanın, manevi ıstırap ve tahribatların içinden peydâ olacağı şüphesizdir; kaldı ki bu netice, dehşetli sarsıntıları tecrübe eden dünyayı mukadder bulunduğu noktaya taşıyan fail güçlerin eseridir.”
Eşsiz İnci 194-195Sıkıntı ve kederden maksat, yüreğimizi ve zihnimizi, bizi Tanrı’ya ve birbirimize yaklaşmaktan alıkoyan düşüncelerden temizlemektir. Bunu bütün açıklığı ile, gebelik evresini yaşayan bir annenin hâl ve vaziyetinde görebiliriz. O bedeni ile düşüncelerinin tüm kuvvetini, kendi içinde kıpırdanmakta olan yeni bir cana odaklamıştır. Henüz yaşama doğacak olan bu canın beslenmesi için gereken her önlemi alıp kendi beslenmesini ve yaşam koşullarını onun rahatı için yeniden biçimleyen anne, kimi yiyeceklerden uzak durma, kimi faaliyetlere katılmama feragatini gösterir. Hamileliği boyunca, bebeğini destekleyici tedbirleri alarak dinlenmeye vakit ayırır ki, bebek kendisine gerekli olan her şeyi temin edebilsin... Nitekim ilk aşamada bebek, annesinin mevcut yaşamsal kaynaklarını kullanarak beslenir. Anne ise, gelişmekte olan ceninin kullanmadığı maddelerle ayakta kalır. Doğum zamanı yaklaştıkça, yaşlı kadınlardan veya çağın doğum konusunda uzmanlaşmış kurumlarından, kendisini nelerin beklediğini öğrenir. Zihnini, beden ve ruhunu o azametli doğum anına hazırlar. Belki doğum sancılarını hafifletmek üzere bedenini gevşetecek bazı alıştırmalar öğrenir; böylelikle, doğum sırasındaki kasılmalardan ürküp daha fazla gerginleşmektense, kasılmaların seyri ile uyum içinde olmayı başarır. Nitekim doğumu güçleştiren bu tür gerginlikler, kendisini nelerin beklediğinden habersiz olan annelerin sıklıkla yaşadığı bir durumdur.
İşte Bahâi toplumu da, eğer kendisini kutsal Yazılarda geçen Geçiş Evresinin tabiatına dair bilgilerle donatabilirse, dünyayı felce uğratacak, onu alt üst edecek olaylardan haberdâr bir vaziyette, bu doğum sancıları çağına hazırlanmış olacaktır. İnsanlığın büyük çoğunluğu, ne bugünde olup bitenleri tam olarak idrak edebilmekte, ne de sebebini kavrayabilmekte. Çünkü onlar, dünyanın barışa doğru yol aldığı gerçeğinden emin değildirler. Hepsi de, devâsa birimlerin parçalanıp ebediyen yiteceğinden, belki de bütün bir insanlığın yeryüzünden silineceğinden endişe duymaktadırlar. Oysa bizler, şu vaatten haberdâr olanlarız:
“Belâm inâyetimdir; görünürde öç ve od, gerçekte ışık ve rahmettir...”
Saklı Sözler/ Arapça 51Bizler, bu çağda dünyaya salınmış olan yıkıcı kuvvetlerin, onun sonunu getirmekten ziyâde, insanlığı, yeni bir Dünya Düzenine hazırladıklarına inanmaktayız.
“Bütün yeryüzü, şu anda bir hamilelik evresi yaşamaktadır. En haysiyetli meyvelerini hasıl etmiş olacağı, en azametli ağaçların, en büyüleyici çiçeklerin ve en semavi ihsanların ondan peydahlanmış olacağı gün yaklaşmaktadır...
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 169Nasıl ki eğitimsiz kadınlar, hamileliğin belirti ve alametlerinden bihaber olabiliyor, hatta kimileri doğum anına değin gebe olduklarının dahi farkına varmıyorlarsa, insan kitlelerinin de halihazırda bu asrın rahminde kıpırdanmakta olan yeni yaşamdan bihaber bir halde yaşıyor olmaları pek de şaşırtıcı değildir. Çocuk bekleyen anne, doğum sancıları belirip doğum anı geldiğinde, bir hekime yahut ebeye ihtiyaç duyar. Küçük yerleşim bölgeleri ile dünyanın muhtelif yerlerinde yaşayan ve de bu çağın alametlerinin bilincinde olup bir küresel musibetler evresinin ardından hasadı yapılacak meyveyi tanıyan Bahâiler, insanlara kılavuzluk ederek 20.yüzyılın yeni yetme çocuğu olan Küçük Barışın gelişini süratlendirebilirler. Bizler, buhranların amaçsız ve de sonsuz gibi göründüğü bir vakitte, doğum sancıları çeken insanlığın ruhani ebesi vazifesini üstlenerek, onlara hizmette bulunabiliriz. Bizler, dünyanın dört bir yanını saracak olan musibetlere bir anlam ve gerekçe bulamadığı için kızgınlık, karışıklık ve acıların tesiriyle sarsılanları teskin etmeye çalışabiliriz.
İnsanlık, silkinip buhranını üzerinden attığı vakit, gebelik evresi olan Geçiş Çağı boyunca rahminde kıpırdanan yeni canı selamlayacak ve bağrına basacaktır. İlk aşamada göreceğimiz çocuk, henüz Hz.Bahâ’u’llâh’ın Beyânının bilincine varamayan yeryüzü milletlerinin kendi gayretleri ile tesis ettiği Küçük Barış olacaktır. Bu çocuk gelişip büyüyecek; tâ ki yazgısı olan En Büyük Barış evresinde olgunlaşmış hâliyle yeniden tezahür edene dek....
BÖLÜM 3“İnsan ırkının geleceği ile ilgilenenler, şu tavsiyenin düşünmeye değer olduğuna kanaat getirebilirler: ‘Uzun müddet muhafaza edilmiş emeller, belli bir zaman aralığında itibar görmüş kurumlar, kimi sosyal veya dini içerikli usuller, insanlığın refahını teşvik etme vazifesini artık yerine getiremiyor, mütemadiyen evrimleşmekte olan insanlığın gereksinimlerini karşılayamıyorsa, bırakın yitip gitsinler; ve, güncelliğini yitirmiş, unutulmaya terkedilmiş doktrinlerin berzahındaki sürgüne katılsınlar. Değişim yasasının değişmezliğine tâbi olmuş bir dünyada çürümeye terk edilmeleri için ya da her beşer kurumun yazgısı olan fenâ bulma hâlinden müstağni kalmaları için bir sebep var mıdır? Nitekim yasal usuller, politik veya ekonomik tezler, insanlığın bütünü dahilindeki menfaatleri korumak üzere tasarlanmışlardır; yoksa buradaki maksat, herhangi özel bir yasa yahut prensibin bütünlüğünü korumak adına insanlığın çarmıha gerilmesi değildir.”
The Promise of World Peace 5Hz.Şevki Efendi, The Promised Day is Come adlı eserinin büyük bir kısmını, Teşekkül Çağı içerisinde dünyayı merhametsizce saran “devâsa yükselişlerin” ayrıntılı biçimde incelenmesine vakfetmiştir. Onların kaynağını, gereklilikleri kadar tamamına eriş aşamalarını açıklayan Hz.Şevki Efendi, bu yoğun oluşuma katkıda bulunabilmemiz ve üzerimize düşeni gerçekleştirebilmemiz için, konuyu etraflıca ele almaktadır.
Halihazırda Teşekkül Çağı içerisinde vukua gelmiş bulunan iki meseleye değinmek gerekirse:
“...Alman İmparatorluğunun dağılışı; Hz.Bahâ’u’llâh’ın tarihi bir uyarı ile hitap ettiği, Prusya Kralı ve İmparatorunun soyundan gelen ve varisi konumundaki liderini alçaltan mağlubiyet ve yanı sıra, bir zamanların şaşaalı Kutsal Roma İmparatorluğundan geriye kalan Avusturya Macar Monarşisinin yok oluşu... her iki olay, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni tesis edilmezden evvel vücuda gelme mukadderatını taşıyan ve de Teşekkül Çağının (Hayal Kırıklıkları Evresi) açılışına delâlet eden bir savaşın patlak vermesiyle birlikte süratlenmiş bulunan meseleleri temsil etmektedirler.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 171“Şiî mezhebinin, yüzyıllar boyu Müslüman tutuculuğunun zaptedilemez kalelerinden biri olan topraklardaki gücünü yitirmesi, daha sonraki dönemlerde hem Avrupa’da hem de Amerika kıtasında bulunan en güçlü ve muhafazakâr din kurumlarını fethedecek olan laiklik hareketinin kaçınılmaz neticesi idi. En son savaşın dolaylı bir neticesi de olsa, gündeme gelmiş bulunan bu ani sarsıntı, o vakte dek sarsılmaz olan İslâmın temel direklerini yerinden oynatmış ve savaştan ötürü yorgun düşmüş bir dünyanın sorunlarını yoğunlaştırarak huzursuzluğunun artmasına yol açmıştı. Hz.Bahâ’u’llâh’ın vatanında mağlubiyete uğrayan Şiî İslâmı, Onun Dinine karşı gösterdiği düşmanca tavırların bir neticesi olarak mücadele gücünü kaybetmişti; hak ve imtiyazları zâyi olmuş, alçalıp umutlarını yitirmiş bir hâlde, karanlığa ve yok oluşa mahkum edilmişti.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 172“... Sünni İslâmın iki temel direği olan Padişahlık ve Halifeliğin alt üst oluşu, dur durak bilmeden sürdürülen, kasti ve hiddetli zulümlerin kaçınılmaz neticesinden başkası değildir...”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 173“... Hz.Bahâ’u’llâh Türk topraklarına ayak basıp da İslâmın en nüfuzlu ve güçlü hükümdarının esiri durumuna getirildiği vakit, Kutsal Toprakların Türk boyunduruğu altından kurtuluşuna dek, ehil Halifelerin yanı sıra, özellikle de Abdülaziz ve Abdülhamit gibi padişahlar, hem cismani hem de manevi bağlamdaki üst düzey yetkilerine dayanarak, Dinimizin kurucusuna ve Onun Misâkının Merkezine zulmetmiş, onları, hiçbir aklın derinliğini kavrayamayacağı, hiçbir Kalem yahut dilin tasvir edemeyeceği dehşetteki elem ve kederlere maruz bırakmışlardır.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 174Bunun bir neticesi olarak, Türk Saltanatını içerden çökertecek felaketler doğmuş, Padişahlık ve Halifeliği yerle bir etmiştir:
“... o mağrur zalimin 1876 yılındaki katli; hemen akabinde gündeme gelen Rus-Türk anlaşmazlığı; özgürlük savaşlarını takip eden Genç Türk ayaklanması; Abdülhamit’i tahttan indirmeyi başaran 1909 yılı Türk Devrimi; felaketleri beraberinde getiren Balkan savaşları; Filistin’in kurtuluşu...; Versay Antlaşması’nın feshedilişi; Padişahlığın kaldırılması ve Osmanlının çöküşü; Halifeliğin sona ermesi; Devlet Dininin yıkılışı; Şeriat Kanunlarının ortadan kaldırılıp evrensel bir Medenî kanunun neşredilmesi; Müslümanlık Dininin dokusuna bir daha çözülmemek üzere işlendiğine inanılan muhtelif nizamların, inanç, gelenek ve merasimlerin ilgası.. hiçbir insan, tüm bunların ne denli süratle ve kolaylıkla gerçekleşebileceğini önceden görebilip düşünmeye cüret edemezdi...”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 175“Bu konuya tafsilatıyla değinmiş, ortaya koyduğum meseleyi desteklemek üzere Kutsal Yazılardan aldığım alıntıların ölçüsünü kaçırmış isem, bunun yalnızca, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dinine zulmedenlerin ele başı üzerine bir sağanak hâlinde layığı ile inen mücazatların, bu Geçiş Çağının alt üst edici olayları arasında yer almakla kalmayıp, çağdaş tarihin en ürkütücü, en çarpıcı hadiselerini simgelediklerine duyduğum sarsılmaz inançtan kaynaklandığını belirtmek isterim...”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 179-180Geçiş Çağı, Hıristiyanlığı öyle tehditlerle karşı karşıya bırakmıştır ki, daha evvelinde ayakta kalışını tehlikeye düşürecek benzeri olaylar yaşanmamıştır:
“Dinsizlik yanlısı, safi maddiyatı gözeten bir felsefe ve aşikâr bir putperestlik yanlısı kuvvetler ortalığa salınmış, yayılıp mukavemet kazanırken, bir yandan da batı dünyasının en güçlü Hıristiyan kurumlarını fethetmeye başlamışlardır...”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 180“Bu tehditkâr laiklik.... halihâzırda kendisini Avrupa ve Amerika’da tezahür ettirmiş, muhtelif şekil ve biçimlerin yanı sıra farklı nispetlerde, özellikle de Hz.İsa tarafından indirilen Din ile özdeşleşmiş bulunan kurum ve toplumlar başta olmak üzere her türlü dini düzeneğin temelini mücadele alanına çekmektedir... Fakat deniz aşırı Kiliseler için, tüm bunlar, kendisini girdaplara sürükleyen düşmanlardır; merhametsiz gerçekliklerdir. Oysa Kiliseyi bekleyen ve ülkeleri birbiri ardınca tehdit edecek olan yeni bir tehlike belirmiştir; ki bu tehlike mukadderdir ve de düşman safındadır. Sovyet Rusya’dan doğmuş bulunan din karşıtı bir Komünizm, batıda Avrupa ve Amerika’ya, doğuda İran, Hindistan ve Çin’e doğru ilerlemektedir. Bu, ekonomik bir teori olup kesinlikle Tanrı’ya inançsızlık ile koşulmuştur. Bu, dini bir dinsizliktir... Aynı şekilde, yine Hıristiyanlığın kaderindeki bir düşman mesabesinde olan, sosyal ve siyasi inancın bir başka biçimi de milliyetçiliktir ki, birçok ülkede tesirini göstermeye mukadderdir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 181-182“Bir önceki alıntının tanıklık ettiği gibi, aşırı sanayileşme ve ona refakat eden şerirler, Komünizm Hareketini gündeme getiren ve düzenlenmesine katkıda bulunanların başlattığı saldırgan siyasetlerle birlikte, mütemadiyen gösterdikleri çabalar; kimi ülkelerde, her türlü dinî tesire karşı iftira atmayı kendine iş edinmişlerin düzenli çalışması olarak ortaya çıkan mücahit milliyetçiliğinin yoğunlaşması; bunlardan her birisinin, kitlelerin Hıristiyanlıktan uzaklaşması kadar Kiliselerin güç, imtiyaz ve yetkelerinin gözle görülür bir düşüş yaşamasına katkıda bulunduğu muhakkaktır.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 182“Roma kilisesinin, Avusturya Macar Monarşisi çöktüğü vakit, aldığı yarayı telafi edercesine ayakta tutmayı başardığı, Rusya’daki Yunan Ortodoks Kilisesinin yıkılışı ve feshedilişi; ardından, Katolik Kilisesini sarsıntıya uğratarak, onu İslam Devletinden ayıran ihtilâl; Meksika Kilisesinin yıkılışı; Avrupa’nın kalbinde yaşayan Katoliklerle birlikte aynı yasalara, tutuklama, tehdit ve saldırgan tavırlara maruz kalan Protestanlar; Afrika’daki askeri kampanya neticesinde karışıklık yaşayan Kilisenin bir başka kolu; Hıristiyan Misyonerliğinin İran, Türkiye ve Uzak Doğudaki İngiliz Kilisesi ile Papazlık Kilisesindeki gerileyişi; Kutsal Denizlerle bazı Avrupa ülkeleri arasında süre giden şaibeli ve asılsız ilişkiler dahilindeki ciddi karışıklıkları gölgeleyen alametler.... işte bunlar, Hıristiyan din kurumlarındaki üye ve önderlerin, neredeyse dünyanın dört bir yanında maruz kaldığı sıkıntı ve çalkantıların en çarpıcı olanlarıdır.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 183“Hz.İsâ’nın ruhu ile öğretilerinden uzaklaşmış bulunan Hıristiyan kurumları, yerlerini, biçimlenip serpilmeye başlayan Hz.Bahâ’u’llâh’ın cenin hâlindeki Dünya Düzeni’ne bırakmak ve Onun öğretileri ile ayrılmaz biçimde birbirine kenetlenmiş olan ilâhi kurumların gelişim yolunu açmak üzere geri çekilmek durumundadır.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 185“... zirâ bu, Bahâi Devrinin Oluşum Çağı evresindeki en önemli hususlardan biridir. Aynı husus, bu kurumları vücuda getiren bireylerin yaşamı ile gidişâtı dahilinde de gözlemlenebilir..”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 183“O halde, çığırından çıkmış bir insanlığın neticesi olarak, yüreklerdeki din ışığı sönmüş ve insanlık mâbedini süslemek üzere tâyin olunan ilâhi Giysi düşünülerek fırlatıp atılmışsa, hemen akabinde insanlık kalelerinin acınası bir çöküşe geçmesi ve inatçı bir ruhun sergileyebileceği şiddetteki şerirliklerin yolunu açması, pek de şaşılacak bir durum değildir. İnsan doğasının huysuzluğa meyletmesi, insâni tutumlardaki bayağılaşma ve kurumlarının gebeliği yanı sıra gündeme gelen parçalanış süreci, öylesi koşullar altında seyrini sürdürmektedir ki, insanlık en bedbaht, en isyankâr bir tavrı gözler önüne sermektedir. İnsan şahsiyeti haysiyetini yitirmiş, güvenilir olmaktan yoksunlaşmış, disiplini elden bırakıp gevşemiş, insâni vicdanın sesi kesilmiş, hayâ ve ar duyguları karanlıklara gömülmüş, vazife, bağlılık, mecburiyet ve asâlet anlayışı bozulmaya uğramış, sükunet, sevinç ve umut duyguları kaybolmuştur.... bireyler kadar kurumların içine itildikleri durum bundan ibarettir...”
“Dine karşı gösterilen tahammülsüzlük, ırkçılık ve milliyetçilik kibri; bencilliğe, şüphecilik, korku ve hileye dair göstergelerin artması; şiddet, yasasızlık, serkeşlik ve cinayetin yaygınlaşması; asla dindirilemeyecek bir özlemle dünyevi zenginlik ve zevkler elde edebilmek için duyulan menfâat ateşi; aile bağlarının mukavemetten yoksunlaşması; ebeveynlerin denetim hususundaki gevşekliği; lükse duyulan düşkünlük konusundaki müsamahanın artması; evliliğe karşı gösterilen sorumsuz tavırlar ve beraberinde gelen boşanmaların çoğalması; sanat ve müzik alanındaki soysuzlaşma, edebiyatın hastalıklı eserler vermesi ve basınla ilgili suistimaller; “dost evliliklerini savunan, çıplaklık felsefesiyle ilgili vaazlar veren, alçakgönüllülüğü entelektüel bir masal addeden, çocuk doğurmayı evliliğin kutsal ve öncelikli amacı olarak görmeyi ret eden, din mefhumunu insanlığın kendisini uyuşturmak için kullandığı bir araç olduğunu ileri süren, eğer eline bir fırsat verilecek olsa insanlığı yeniden barbarlık evresine, kargaşanın ve nihâi yok oluşun eşiğine kılavuzlayacak olan “düşkünlük peygamberlerinin” tesir ve etkinliklerinin yoğunlaşması... işte bunlar, çöküşe geçmiş bulunan bir toplumun gözle görülebilecek en belirgin özellikleridir; o toplum ki, ya yeniden doğacak ya da yok olup gidecek...”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 187-188Politik ve ekonomik yapılanmanın çöküşüyle ilintili olarak, Hz.Şevki Efendi 1936 yılında şu açıklamayı yapmaktaydı:
“... Silahsızlanma ve Ekonomi ile ilgili Konferansların acı bir şekilde muvaffakiyetsizliğe uğramış olması; donanmaya ait silahların sınırlanmasına ilişkin anlaşmalarda engellerle karşılaşılması; dünyanın sayılı ulusları arasında bulunan ve silahlanma bakımından en güçlü donanımlara sahip olan iki ulusun, Milletler Meclisi üyeliğinden uzaklaştırılıp etkinliklerinden mahrum bırakılması; yakın geçmişte Avrupa ve Amerika’da gelişen son hadiseler eşliğinde tanık olunduğu üzere, hükümet dahilindeki parlamento sisteminin elverişsizliği; işçi sınıfının yönetime gelmesi ilkesini savunan Komünist Hareket yanlısı liderlerin yeteneksizliği; Totaliter devlet yöneticilerinin son yıllarda gündeme getirdiği hususların muhtelif tehlike ve mahrumiyetlere maruz kalması; tüm bunlar, şüphe bulutlarının çok ötesindeki bir emniyet içinde, bugünün kurumlarının, toplumu hep bir nebze daha sıkıntıya sürükleyen sorunları bertaraf etmekten ne denli aciz olduklarını göstermektedir. Şaşkınlık içindeki bir nesil, geriye ne kaldığını, giderek derinleşen yalıyarı yeniden onaracak, toplumu her an içine çekilebileceği girdaptan kurtaracak bir vasıta kalıp kalmadığını sorgulayabilir?”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 189-190Geçiş Çağının beraberinde getirdiği parçalayıcı kuvvetlerle birlikte ortaya çıkan bütün bu süratli hadiseler...
“.... bugünün medeniyetine dair yapılanmanın tümünü bir girdabın içine sürüklerken, tuhaf bir şekilde Batı Roma İmparatorluğunun Çöküş evresini hatırlatmakta.. herkes, Hz.Bahâ’u’llâh’ın göksel Dininin doğuşundan kaynaklanan ve tüm dünyayı saran çalkantılara tanıklık etmektedir. Bu öyle bir çalkantı ki, onun biteviye evrimleşmeyi sürdüren Tasarısının delâlet ettiği hususlar daha derinden idrak edildikçe ve ondan dallanan kollar yerkürenin yüzeyini kapladıkça yoğunlaşacak ve nüfuz ettiği alan genişleyecektir.
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 156Burada da, doğum sancısı çeken bir dünya ile çocuk bekleyen anne arasındaki benzerlikten söz etmek yerinde olacaktır. Ana rahmine düşen yeni varlık, etrafındaki yahut yakınındaki tüm yaşamsal iç organların yer değiştirmesini zorunlu kılar; büyümekte olan bebeğin gereksinimini karşılamak üzere, tüm organlar bir uyum sürecine girer ve sadece yer değiştirmekle kalmaz biçimlerini dahi değiştirmeye başlarlar. Artık bu yeni canlının varlığını görmezlikten gelmeleri söz konusu değildir.
Aynı şekilde, yerküre üzerindeki tüm sistemlerin, ister ekonomik, politik, dini veya sosyal olsun, yolu açması ve Hz.Bahâ’u’llâh’ın bu dünyanın kalbine yerleştirdiği yeni biçimlere uyum sağlaması kaçınılmazdır. Geçmişin tüm düzenleri değişime uğramalı, uğrayamıyorsa da yok olmalıdır. Nitekim yeni kurumlar, birlik olabilmek arzusu ile yanıp tutuşan bir evrenin tüm ihtiyaçlarına yanıt verecek vasıflarla biçimlenmiştir. Yeryüzü, eski kurumlarının bakısını, biçim ve hassalarını değiştirerek, Hz.Bahâ’u’llâh’ın öngörüleri ile biçimlenip şahsiyet kazanmış ve tüm dünyayı içine alabilecek yapılanmaları benimsemelidir.
Şurası muhakkaktır ki, ana rahmine düşen cenin büyüyüp gelişmeyi sürdürdüğü müddetçe, annenin yapısında biçimsel değişiklikler meydana gelir. Bu biçimsel değişikliklerin yanı sıra, hamilelik boyunca farklılıklar sergileyen hormon dengesi, annenin ağırlığı, nabız atışları ve kan basıncı, çocuğun doğumundan sonraki evrede eski düzene geri dönse bile, tıpa tıp aynı yapılanmaya geri dönmez. Benzeri bir yapılanma eşliğinde yeni bir denge kuran annenin bedeni kadar kendisi de, artık daha olgun bir konuma gelmiştir; çünkü o, yeni bir can getirmiştir dünyaya, yeni bir yaşam enerjisinin doğuşuna vesile olmuştur. Ve eğer bu tecrübeyi yaşamadan evvel kendisini çocuğunun gelişine bilinçli olarak hazırlayabilmişse, onun sevgi dolu bir ortamda büyüyebilmesi için gereken tüm koşullar da hazırlanmış olacaktır.
İşte, kendisini, insanlığın Geçiş Çağı itibarıyla ulaşmaya mukadder bulunduğu hedeflere hazırlayan ve hazırlarken de, düşünerek, gerekli fedakarlıklarda bulunarak adım atan Bahâiler için, benzeri bir durum söz konusu olmalıdır.
Savaşlar – Sebep ve NeticeleriBu yüzyılda dünyayı saran huzursuzluğun en mühim nedeni, dünyaca tanınmış önderlerin hatalı yaklaşımlarıdır.... “süratle evrimleşmekte olan bir asrın ivedi gereksinimlerine yanıt verebilecek düzeydeki ekonomik ve politik düzenleri bugüne uyarlamakta geciken önderlerin yaklaşımı...”
O hâlde savaşlar... “bugünün toplumunu felce uğratan ve aralıklı olarak gündeme gelen buhranlar kabul edilmelidir ki...” gündeme gelmelerindeki öncelikli sebepler:
“...dünyaca tanınmış önderlerin, zamanın alametlerini doğru biçimde algılama hususunda gösterdikleri acınası yetersizlik kadar, daha evveline dayanan tüm fikirlerinden ve dinsel bağlamdaki tahakküm zincirlerinden kurtularak, bağlı bulundukları hükümetleri, Hz.Bahâ’u’llâh tarafından açıklanan İnsanlığın Birliği gibi yüce bir Beyanât dahilindeki miyarlara uygun bir hâle getirip biçimlemekten aciz oluşlarıdır...”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 36Bu çağdaki savaşların genel anlamdaki sebebine yukarıda değinmiş bulunuyoruz. Bu Hüsranlar Çağında yaşanan büyük Dünya Savaşlarının neticelerine dönecek olursak...
“Hz.Abdû’l-Bahâ’nın, Dünya Savaşının ertesinde kutlamalar yapan ve savaşın nihayet buluşuyla birlikte kapısı önüne yığılan, hac ve ziyaret maksadıyla gelmiş insanlara nasıl da çarpıcı değinmelerde bulunduğunu aramızdan kaç kişi hatırlayabilir... bu öyle bir savaştı ki, etrafa saçtığı dehşet, yol açtığı kayıplar ve sebebiyet verdiği karışıklıklardan ötürü, insanlığın talihindeki çok geniş bir zeminde olağanüstü tesirleri olacaktı. İnsan ve milletlerin, nedametsiz, günahtan çekinmez bir insanlık adına elde tuttuğu ve de onu adalete, süreklilik arz edecek bir barışa götürecek yanılmaz vasıta olduğunu düşündüğü Antlaşmanın beraberinde getireceği merhametsiz hayal kırıklığına çok öncesinde değinirken, güçlü fakat asude bir edâ ile konuşuyordu Hz.Abdû’l-Bahâ... Nitekim nüfuzlu adamların yanı sıra sayısız insanın dudakları “barış, barış” diyerek nidâ ederken, yüreklerdeki dinmek bilmez nefret ateşinin henüz sönmediğini sık sık vurgular, zaferin sarhoşluğu ile hevesler doruk noktasında iken ve herhangi bir olumsuzluğun küçücük bir nebzesi dahi hissedilmiyorken, sesini yükselterek defalarca aynı noktaya değinirdi Hz.Abdû’l-Bahâ: hürriyetine kavuşmuş bir insanlığın Genelgesi olarak tanıtılan Beyannâme, dünyayı esareti altına alacak acı aldanış tohumlarını da içinde taşımaktaydı. Onun yanılmaz hükmünün ne denli ferasetli olduğunu tasdik eden burhanların sayısı, gerçekten de mebzul miktarlara ulaşmıştır...
“Bitmek tükenmek bilmeyen on yıllık kargaşa, öylesi kızgınlıklarla ve de medeniyetin geleceğine taşınacak, neticeleri önceden kestirilemez olaylarla doludur ki, insanlığı, üzerinde temâşa etmenin dahi ürkütücü olduğu musibetlerin eşiğine taşımıştır. Güven telkin eden bir hevese düşülmesine müsamaha gösteren Versay’ın murahhas elçileri ile kederli bir gaflet saatinin gelip çattığı şu evrede gündeme gelen ve ister mağlup ister galip olsun herkesi saran, onanmaz elem arasındaki tezatlık, hakikâten de içler acısıdır.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 29-30“Avrupa kıtasındaki azınlık koşulları altında yaşayan otuz milyonu aşkın ruhun, teskin edilemez nüfuzu; giderek büyüyen ve kabaran işsizler ordusunun, içine düştüğü yıkıcı ıstıraplarla birlikte insanlar ve hükümetler üzerindeki şevk kırıcı tesirleri; halihazırda kuvvetten düşmüş bulunan milletlerin servetini, giderek daha büyük bir pay almak suretiyle yiyip bitiren, dizginleri çözülmüş habis silahlanma teçhizatı; uluslar arası finans pazarlarının sıkıntı çekmesine yol açan kati ahlaksızlık; Hıristiyan ve Müslüman Ortodoksluğunun devrilmez kaleleri kabul edilen hususlara saldıran mezhepler.... işte bunlar, çağdaş medeniyetin gelecekteki yapılanmasını sarsabilecek en ehemmiyetli alamet ve musibetler olarak göze çarpmaktadırlar...”
“Siyâsi ufuklara baka durduğumuz şu esnâda, Avrupa’yı birbiri ile rekabet edecek ve daha evvelki savaştan farklı olarak, insanlık tarihindeki devâsa bir evrenin kapanışına yol açacak kadar kararlı bir münakaşa ile potansiyel saflar halinde bölecek kuvvetlerin ardı ardınca dizilmekte olduğunu daha şimdiden göremez miyiz? Bizler, batıdaki Roma İmparatorluğunun çöküşüne öncülük eden siyâsi sebepler kadar esaslı ve de ruhani etmenler kadar cömert bir değişimin seyrine tanıklık etmeye çağrılmış bulunan, paha biçilmez bir İnancın imtiyazlı gardiyanları mıyız? Olabilir mi ki, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dinine basiretle bağlı bulunan her inanır, bir an durup da bu yeryüzü sarsıntılarının, Hz.İsâ’nın Dininin tesis edilişini tamamına erdiren alamet ve mucizelerin ihtişâmını hatırlatacak, hattâ onları gölgede bırakacak kertede güçlü tesirleri açığa çıkarıp çıkarmayacağını sorgulasın?”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 32-33Dünyayı felce uğratan musibetlerin ardında, Dünya Barışına doğru yol almayı sürdüren ve ağır aksak ilerleyen, altın değerindeki bir devinim hareketinin varlığını fark edebiliriz. I.Dünya Savaşı’nın yapıcı neticelerinden biri, Milletler Meclisinin kuruluşu olmuştur. Nitekim Amerika, I.Dünya Savaşı sırasında “dünya çapındaki bir yükselişin ilk aşaması” içine çekilmiştir. Başkan Woodrov Wilson’a:
“... ister doğuda, ister batıda bulunan devlet adamları arasındaki en şerefli mevki atfedilmelidir; nitekim o, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Emrî ilkelerine en yakın bir duygulanım eşliğinde sesini yükselten ve Milletler Meclisinin kuruluşuna katkıda bulunan öncelikli dünya lideri konumundadır; Tanrı Misâkı’nın Merkezi tarafından kaleme alınmış ve En Büyük Barışın doğuş alameti olarak açıklanmış bulunan bu ilerleme, yine aynı kaleme göre, Hz.Bahâ’u’llâh’ın zuhuru dahilindeki yasaların güç kazanması neticesinde doğacak olan güneşin habercisidir....”
Citadel of Faith 36“Kararlı bir şekilde artmayı sürdüren silahlanma girişimlerinin yanı sıra, bir türlü dinmek bilmeyen nefret ve rekabetin hüküm sürdüğü bir dünyada, asrın ruhu ile ahenk içindeki güçlere uygun düşecek hangi gelişimden söz edebiliriz? I.Dünya Savaşı sonrasındaki milliyetçilik ne denli sesini yükseltirse yükseltsin, ne denli ısrarcı davranırsa davransın, henüz cenin hâlindeki Milletler Meclisinin güçlerini gölgede bırakacak ve vasıtalarını görünmez kılacak fırtına bulutları bir araya gelmek üzeredir; ve belli bir müddet boyunca tesirini gösterecekse de, en nihâyet bu kurumun kendi içindeki gidişât, olağanüstü çarpıcı bir istikâmete yönelmiştir. Onun ana rahmine düşmesiyle birlikte yükselen sesler, sarf edilen çabalar ve tamamına erdirilen işler, henüz kurulmuş bulunan bu kurumun veyahut onun yerini alacak herhangi bir kurumun erişmeye mukadder buyrulduğu zafer nidâlarının öncü emareleridirler.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 191“...vücuda gelen Milletler Meclisi, Dünya Mahkemesinin müjdecisi mesabesindedir ki, Hz.Bahâ’u’llâh’ın kehanetleri doğrultusundaki...
“...yeryüzü milletleri ile insanlarının birlik içinde tesis etmeleri gereken kurum..”dur.
God Passes By 305“Milletler Meclisi, ona itiraz edenlerin gözlemlediği gibi, henüz, uluslar arası münakaşaları etkin biçimde uzlaşmaya sevk edebilmesinin ön koşulu olan ve bu konudaki başarısının sürekliliğini temin edecek “evrensellikten” yoksundur. Bu kurumu vücuda getiren Amerika Birleşik Devletleri, onu ret etmekte ve hâla ondan uzak durmaktadır; yine Almanya ve Japonya, onun en güçlü destekleyicileri arasındayken, bu davadan vazgeçmiş ve üyeliklerini feshetmişlerdir. Varılan kararlar ve bu davanın kat ettiği mesafe doğrultusundaki netice itibarıyla diğerlerinin bu yolda yürümeye devam etmesi, uluslar arası bir bağlılığın neticesini ortaya koyan alâmetten ziyâde muhteşem bir yaklaşım olarak kabul edilmelidir! Kimileri, böyle bir kararın ifadeye gelmiş ve böylesi taahhütlerin verilmiş olmasıyla birlikte, müşterek bir hareketin nihâi gayesine ulaşamayacağı ve de Meclisin, bütün insan ırkının yazgısı olan sağanak halindeki sıkıntılar arasında boğularak yitip gideceği iddiâsında bulunabilirler. Fakat, tüm bunlar bir yana, şu ana değin atılmış bulunan adımların ehemmiyeti göz ardı edilemez. Meclis, verdiği tarihi kararından ötürü hangi konumda olursa olsun, yakın vadede karşılaşacağı sıkıntı ve zorluklar ne denli yoğun olursa olsun, böylesi önemli bir kararın verilmesi, onu hedefine götürecek uzun ve çetin bir yoldaki en çarpıcı yapı taşlarını simgelemektedir; söz konusu hedef, tüm milletlerin birliğini, uluslar arası yaşama egemen olan ilke konumuna getirecek bir safhaya tekabül etmektedir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 193“Elli kadar ulusun, teferruatı ile düşündükten sonra ayırdına vardığı ve onların nazarında, Avrupa’nın en önde gelen güçleri arasındaki dost üyelerden birinin gösterdiği saldırgan tavra karşılık aldığı karar ve hüküm giymiş bulunan bu saldırgana gösterdiği müşterek yaklaşım kadar, alınan kararı büyük oranda uygulayabilme muvaffakiyeti, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir meseledir. Hz.Bahâ’u’llâh tarafından haber verilen ve Hz.Abdû’l-Bahá tarafından izahâti yapılan, insanlık tarihindeki ilk müşterek emniyet sistemi, ciddiyetle ele alınmış, üzerinde tartışılıp deneme yoluna gidilmiştir...
İnsanlık tarihinde ilk defaya mahsus olmak üzere, dünya ulusları müşterek bir sorumluluk üstlenmek ve verdikleri teminatı, ortak bir eyleme hazırlanmak suretiyle desteklemek gibi ehil bir gayret göstermişlerdir....”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 191-192“Hz.Abdu’l-Bahâ, bir evvelkinden daha dehşetli bir savaşın patlak vereceğini, kesin ve sarih sözlerle dile getirmiştir...”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 193Hz.Abdû’l-Bahâ, Birinci Dünya Savaşının hemen ardından yazdığı bir Levhinde:
“Kısa ve uğursuz cümlelerle, insanlığı sarsacak olan mihnetleri beklemektedir ki, eğer Amerikan ulusunun yazgısı tamamına ermek durumundaysa, var gücüyle tezahür bulacak olan bu mihnetleri tecrübe etmesi kaçınılmazdır.”
“Yeryüzünü hâlihazırda sıkıntılara maruz bırakan musibetler... çoğalacak, onu saran kederler ise yoğunlaşacaktır. Balkanların hoşnutsuzluğu sürerken, huzursuzluğu artacaktır. Mağlup edilen kuvvetler çalkanmaya devam ederek, savaş ateşini yeniden yakabilecek her vasıtaya rağbet gösterecektir. Henüz doğmuş olmakla birlikte, dünyanın dört bir yanında tertibi bulunan eylemler, kendi tasarılarının ilerleyebilmesi yolunda ellerinden gelen çabayı sarf edecek, Sol yanlısı etkinlikler fevkâlade önem kazanırken, tesirleri yayılacaktır.”
Balkan Yarımadasındaki çalkantılar; Almanya ve İtalya’nın dehşetli katkılarının bulunduğu ve de İkinci Dünya Savaşının doğmasına büyük ölçüde öncülük eden etkinlikler; faşist ve nazi yanlısı etkinliklerin ortaya çıkışı ve yerkürenin muhtelif yerlerinde dallara ayrılarak yayılması; Sovyet Rusya’nın savaşta kazandığı başarının bir neticesi olmak üzere, komunizm anlayışının çok daha büyük bir süratle yaygınlaşmaya başlaması; bütün bu olaylar, kimi açık bir şekilde, kimi örtülü bir dil ile bu Levihte önceden derç edilmiştir ki, onların gerçek manada delâlet ettiği kuvvetler henüz gün ışığına çıkmamış olmakla birlikte, şu ana kadar musibetler okulunda yeterli nispette eğitilmemiş bulunan Amerikan ulusunun er ya da geç bu tecrübeleri edinmek durumunda kalacağı muhtemeldir.”
Citadel of Faith 37“Hz.Şevki Efendi, yeni bir savaşın gelişini görmüş, fakat asılsız bir tetikte oluş hâli içinde yaşamamıştır. 1927 yılında kendisine bir mektup yazarak korkularını dile getiren Martha Root’u şu sözlerle temin etmekteydi: “Avrupa’da çıkması beklenen muhtemel bir savaş konusuna gelince; bu mesele hakkında en küçük bir endişe veya telaş duymamalısınız. Bu işin istikbâli oldukça zayıf bir manzaraya tekabül etmekte ve yakın geleceğe dair herhangi bir tehlike barındırmamaktadır.” Buna karşın, aynı yıl içinde, ölümcül bir karışıklığın giderek daha açık belirtiler eşliğinde gündeme geldiğinden söz eden Hz.Şevki Efendi, Bahâilerin zihnini, bu kaçınılmaz dünya afeti ile yüzleşmeye hazırlamaktan da geri durmamıştır. 1938 yılında şu satırları yazmaktaydı: “Dahili parçalanma ile harici kargaşaya münhasır ikiz süreçlerden her biri, artan bir ivme ile gün be gün ve de merhametsizce zirveye doğru yol almaktadırlar. Söz konusu kuvvetlerin, ‘insanlığın uzuvlarını sızlatacak’ bir patlama evvelindeki uğultularını şimdiden duyabilmek mümkün... Yazılarda önceden belirtildiği üzere, nihâi sonu getirecek olan ahiri yıllar, artık uzun vadede yaşantımıza etkimeye başlamış bulunmaktalar...”
1939 yılının 30 Ağustos’unda çektiği bir telgrafta ise...
“... tehlike altındaki bir insanlığın üzerine inen gecenin gölgeleri, acımasızca yoğunlaşmaktadır...” diyordu Hz.Şevki Efendi. Yine 1940 yılının Temmuz ayında Hayfa üzerinden gönderdiği bir telgrafta, savaşın alevlerine değiniyor ve şu ifadeyi kullanıyordu:
“... savaşın alevleri, Hz.Bahâ’u’llâh’ın esaslı Emir kalelerini içine alan Dünya Merkezi’ne mütenazır hem yakın doğuyu hem de uzak batıyı tahribat ile tehdit etmekte...”
The Priceless Pearl 181-1821941 yılında Vaat Edilen Gün Geldi (The Priceless Day is Come) adlı eserini yazan Hz.Şevki Efendi, İkinci Dünya Savaşının arz ettiği öneme değinmiş, yakın gelecekteki karanlıkların yanı sıra uzak bir geleceğin ihtişamlı parlayışını kaleme almıştır.
“İnsanlık tarihindeki bu geçiş evresinde ve çalkantılar devresinde yaşanan fecaatler, Asırların Asrı olan bir dönemin kaçınılmaz biçimde yaklaştığını müjdelemektedir; tarihin başlangıcından bu yana insanlığın geçmişini karalayan ahmaklık ve dargınlık engebesi, bu ‘nihâi son vaktinde’ dönüşüme uğrayarak, yerini, baki kalacak bir barışa, evrensel olduğu kadar sarsılamaz bir sükunet ve hikmete bırakacaktır... İşte insanlığın, tecrübe etmekte olduğu ateşli ve hudutsuz işkenceler sayesinde açılan yolun sonunda varacağı aşama budur.”
The Priceless Pearl 185Amerika’nın İkinci Dünya Savaşına iştirâk etmesiyle birlikte gündeme gelen olumlu neticelerden biri de,
“...onun dengeyi yeniden kurabilip insanlığı, sürüp gidecek olan düşmanlıklardan ötürü maruz kalacağı tahribatlardan ve dökeceği kanlardan korumuş olmasıdır... ve yanı sıra, Emrimizin evrensel fikirlerine muhalif olan ideolojilere ait delillerin alt üst edilmesine kesinlikle katkıda bulunmuştur ...”
Citadel of Faith 36“Amerikan hükümetinin şahsi iradesi doğrultusunda attığı muhteşem adım... San Francisco’daki Meclisin (Birleşmiş Milletler) müteakip varisinin doğuşuna öncülük etmiş ve daimi ikâmetgâhının New York olarak belirlenmesine vesile olmuştur.”
Citadel of Faith 36Sevgili Emrin Velisi’nin, Uluslar arası Bahâi Toplumu ile Birleşmiş Milletler arasında bağlantılar kurmaya çalışması, gerçekten de ilgi uyandıran bir yaklaşımdır. O, Bahâi Dininin devlet dışı bir kurum olarak bağımsızlığının benimsenmesi ihtimâlini göz önüne alarak, Birleşmiş Milletlere tanıtılması meselesini yönlendirip kılavuzlamıştır. Bu sayede Emrin saygınlığı artarken, bir yandan da Birleşmiş Milletlerin her türlü konferansına düzenli olarak katılan resmî Bahâi temsilcilerin imtiyazları çoğalmıştır.”
The Priceless Pearl 304Yaşamının sonuna dek Bahâi Emri ile Birleşmiş Milletler arasındaki bağları güçlendirmeye gayret eden Hz.Şevki Efendi’nin bu çabaları, Yüce Umumi Adalet Evi tarafından sürdürülmektedir:
“Hz.Şevki Efendi’nin, insanlık tarihindeki bu en muhteşem uluslar arası vasıta ile Emir arasındaki bağlantıya yüklediği önem, kendi sözlerine şu ifadelerle yansımaktadır: “Dünyanın nazarında hak ettiği yere gelebilmek üzere, sevgili Emrimizin verdiği mücadele kadar, bağımsız bir Dünya Dini olarak tanınması hususundaki mühim bir adım... öyle bir adım ki, her nerede olursa olsun Emrin gelişimine katkıda bulunacak tesirleri olacaktır; özellikle de doğu gibi, hâlâ zulümlere uğradığı, hakaretlere maruz kalıp alaya alındığı yerlerde....”
The Priceless Pearl 304“Savaş sonrası yıllarında, Bahâiler tarafından kazanılan zaferlerin artan bir ivme ile yükseldiği ve insanlığın ezelden bu yana tohumunu attığı en yüce barış vasıtası olan Birleşmiş Milletlerin ortaya çıktığı yıllarda, şüphesiz birçoklarımız, insanlığın uzun savaş yılları tarihini geride bırakmış olacağını umut etmiş, artık, Bahâilerin yürekten bir sadakat ile inandığı ve de dünyanın yazgısı olan ilk şafak vakti ışıklarının görülebileceği arzusu ile tutuşmuştuk. Fakat Emrin Velisinin, temkinli olduğu kadar kılavuzlanan zihninde beliren durum bundan farklıydı. Yaşamının sonuna dek, özellikle de savaş öncesinde sıklıkla dile getirdiği, Hz.Bahâ’u’llâh’ın sözlerine dayanan şu beyânatı tekrarlamaktan vazgeçmemiştir: “Gelecek, uzun vadede olağanüstü aydınlıksa da, kısa vadede oldukça karanlıktır.”
The Priceless Pearl 189-1901947 yılında, Amerika Bahâilerine yazdığı bir iletide şu sözlere rastlamaktayız:
“Uluslar arası gidişâtın kötü yönde geliştiği, insanlık bahtının hep bir nebze daha zevâl bulduğu... bugünkü toplum dokusunun, sıkıntı ve mihnetlerle dolu karanlık olaylar kadar musibetlerin tesiriyle zedelenip yırtıldığı; ulusu ulustan, ırkı ırktan ve imalıyı imanlıdan ayıran yarıkların derinleşip çoğaldığı bir evrede....”
Aynı yılın Kasım ayında ise şu sözleri kaleme almaktaydı:
“Çok daha şiddetli musibetlerin, çalkantılarla dolu bir asrı sarsmayı sürdürdüğü ve bir başka çelişki kanadının, uzak da olsa kati surette, Küçük Barışın gelişini simgeleyen yeni bir Düzenin doğuşuna katkıda bulunmazdan evvel uluslar arası ufukları karanlıklara boğduğu şu evrede.... politik anlamda felce uğramış, ekonomisi zedelenmiş, sosyal olarak tahribata uğramış, ahlaksal değerleri çökmüş ve ruhaniyeti ölmeye yüz tutmuş bir toplumun dengesini sarsmaya devam eden buhranlar....”
Hem doğuyu hem batıyı girdabına almayı bekleyen üçüncü bir musibetin ikaz mahiyetindeki uğultularına da değinen Hz.Şevki Efendi, ‘dünyanın istikrarlı bir gidişât eşliğinde karanlığa gömülen görüntüsünden’ söz etmekteydi. Bahâileri, güven içinde geleceğe doğru almayı sürdürmeleri hususunda cesaretlendiriyor, en yüce icraatlerini ve en muhteşem gazalarını vücuda getirecekleri saatin, insanlığın süratle inişe geçmiş bulunan talihi dahilindeki en karanlık cezir vakti ile aynı anda vukua geleceğini bildiriyordu.”
The Priceless Pearl 1911954 yılı itibarı ile Amerikan Bahâilerine gönderdiği en hüzünlü mektuplardan birinde, Hz.Şevki Efendi, daha öncesinde kullanmadığı kadar güçlü bir dil ile, Amerika’yı bekleyen mücadeleyi, sebep ve seyrini, varacağı netice ile yayacağı tesirleri, en ayrıntılı biçimde söze dökmekteydi...”
The Priceless Pearl 191“Tetikte olmalıyız; lâkin elimiz kolumuz bağlanmamalı... 1957 yılının Ağustos ayında, Hz.Şevki Efendi’nin sekreteri şu satırları dizmekteydi: “O, dostların korku içinde bulunmalarını arzu etmemektedir; ne de geleceğe dair muhtemel olumsuzluklar üzerinde düşünüp vakit kaybetmelerini... Eğer onlar, On Yıllık Planın hedeflerini tamamına erdirme hususundaki vazifelerini yerine getirmek üzere kendilerine düşen sorumluluğu üstlenecek olurlarsa, Tanrı’nın da Kendi kudretinde olanı yerine getireceğinden ve onları gözeteceğinden şüphe duymamalıdırlar. Dünyanın gidişâtı ve sizlerin bundaki katkısı ile ilgili vaziyet, istikrarlı biçimde kötü bir yöne doğru ilerliyorken, dostların vakit kaybetmeden daha yüksek bir feragat ve hizmet merhalesi uğrunda ayağa kalkması ve hususiyetle de ruhani farkına varış konusunda ellerinden gelen gayreti göstermesi kaçınılmazdır. İmkanlarımız dahilinde kurtarabildiğimiz kadar insanı kurtarıp, yürekleri aydınlanmış olan bu insanları ya umutsuzca içine alıp yok edecek yahut arınmış ve güçlenmiş bir hâlde yeniden yaşama kazandırarak hizmet etmeye hazırlayacak büyük bir felaket baş göstermeden evvel harekete geçmeliyiz. Bu, bize düşen bir vazifedir ki, her ne zaman vakit geldiğinde, karanlığın içindeki bir meşale gibi parlayacak olan dostların sayısı ne denli çok olursa, o denli hayırlı olacaktır. İşte, bu dönemin tebliği ile ilgili en elzem konu....”
The Priceless Pearl 193Hz.Şevki Efendi, bizlere gönderdiği uyarılara karşın, her çetin hedefe ulaşabilmemiz yolunda bize güç verecek olan kaynakları da hatırlata durmaktaydı:
“Karşımıza çıkmış bulunan mücadele ne denli şiddetli olursa olsun, dünyanın görüntüsü her ne kadar karanlık, maddi imkanlarımız her ne kadar sınırlı olursa olsun, göksel kudretin dokunulmamış kaynaklarından alabileceğimiz güç sınırsızdır; gün be gün gerekli olan gayret gösterildiği ve de arzu edilen feragat gönülden bir rıza ile kabul edildiği takdirde, bu kaynağın güç bahşeden tesirleri, tereddütsüz bir şekilde çağlaya duracaktır...”
The Priceless Pearl 193Belli zamanlara ait alametleri okumayı sürdürmek üzere, Hz.Şevki Efendi’nin kullandığı ifadelerin benzeri ifadeler ile bize seslenen Yüce Adalet Evi iletilerini incelememizde yarar vardır. İnsanlığın gidişâtını ve dünyanın içinde bulunduğu durumu, 1967 yılı itibarı ile yazılmış bir iletinin içeriğinde görmeye çalışalım:
“İnsanlık, geçiş evresinin karanlıklarına doğru ilerlerken, bizlerin izlemesi gereken yol bellidir; tâyin olunmuş hedeflerin yanı sıra, Hz.Bahâ’u’llâh’ın şifa bahşeden iletisini ifşâ etmek...”
Wellspring of Guidance 120-121“Tanrı Emrinin daimi gelişimi, insanlık toplumunu kederlere sürükleyen bitmez tükenmez huzursuzluğun tam aksi bir manzaraya tekabül etmektedir; öyle ki, ister Emir dahilinde olsun ister dışında, geçmiş yılın tüm olayları bu tezat görüntüyü yoğunlaştıra durmuşlardır.”
Yüce Umumi Adalet Evi“Savaşın acıları, şiddet girişimleri ve uzun yıllar boyunca ayakta kalmış kurumların ani yıkımı ile yoğrulan bir dünyanın giderek kötüleşen hâline baktığımızda, Hz.Bahâ’u’llâh’ın kehanetleri ile Hz.Abdû’l-Bahá ve Emrin Velisinin, içler acısı tahribatlara uğramış bulunan bir sosyal yapılanmanın, aydınlanmamış bir önderliğin ve başkaldırı ile inançsızlığın esareti altındaki bir insanlığın kaçınılmaz yazgısı hususundaki uyarılarına tanık olmaktayız. Gelişmiş ve de gelişmekte olan ulusların insan ve hükümetleriyle birlikte din ve tarikat mensupları dahil olmak üzere diğer insani kurumlar, bugünün fecaatli olaylarının seyrini durdurmaktan aciz, yüzleşmek durumunda kaldığı sorunların muğlaklık ve çokluğu karşısında şaşkın ve bitap bir hâldedir. İnsanlık tarihindeki bu kaderî saatte, birçokları yazık ki bir kenara çekilmeyi tercih etmiş, ellerini çaresizlik içinde birbirine kenetlemekten öteye geçemez bir halde beklerken, kimileri de bağırıp çağıran, itiraz eden bir kalabalığa karışmış, sesini yükseltmesine karşın asrımızı sarsmakta olan musibet ve felaketlere hiçbir çözüm getirmeyen hareketlerin bir parçası olmuştur.”
“Buna karşın, artan sayıdaki kadın ve erkekler arasındaki düşünceli ve adil fikirli insanlar, keder, mihnet ve yıkımın vardığı dehşetli raddenin yanı sıra İlâhi bir Islahatın hüküm sürmekte olduğunu fark ederek, yüzünü Tanrı’dan tarafa yöneltmekte ve Onun Sözü karşısında duyduğu algı yetisi artmaktadır. Hâlihazırdaki koşulların vehamet ve dehşetine rağmen, onlar, bugünkü asrın ihtiyaçlarına yanıt verecek olan Hz.Bahâ’u’llâh’ın Öğretilerinin kaçınılmazlığı hususundaki odaklanmayı keskinleştirmektedirler...”
Yüce Umumi Adalet EviOcak 1971 yılında, Monrovia Konferansına gönderdiği iletide, Yüce Birim şu sözlere yer vermekteydi:
“İnsanlığı kedere boğan musibetlerin en elzemi, şu anda tüm hiddeti ile Afrika Kıtasında baş göstermiş bulunmaktadır. Irksal, kavimsel ve dinsel bağlamdaki ön yargılar, ulusların ahenksizliği, siyâsi partileşmeden doğan cezalar, fakirlik ve cehalet, sarih biçimde görülebilecek misallerden bazılarıdır.”
Yüce Umumi Adalet Evi“Dünyanın yol yordamları ile Tanrı Emrinin usulleri arasındaki mesafe giderek büyümekte; oysa ikisi bir araya gelmek mecburiyetindedir. Bahâi Toplumu, giderek daha yoğun biçimde, çağdaş toplumun birbiri içinde kenetlenme yoksunluğunu, elverişsiz müsamahakarlığını, inançsızlık ve düzensizliğini giderebilecek yetide olduğunu gözler önüne sermelidir....”
Yüce Umumi Adalet Evi“Tanrı Emrinin gelişimi, artan bir ivme ile süratlenmektedir; Tanrı’nın bu iyi zamandaki Toplumu, onun Velisi tarafından öncesinde haber verilmiş aşamaları geride bırakacağı ve bu elemeler içindeki yerküre üzerinde, insanlığı, kendisinin sebebiyet verdiği karışıklık, çalkantı ve çöküntülerden uzaklaştırarak sükun bulabileceği Tanrı’nın Kendi Saltanatının konaklarını yükseltip halihazırdaki nefret ve şiddeti, baki kalacak bir dünya kardeşliği ile barışa dönüştüreceği günün gelişini emniyet içinde beklemelidir. Bütün bunlar, ebedi Bábanın Misâkı, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Misâkı dahilinde tamamına erecektir.
Yüce Umumi Adalet EviHatırlanması gereken önemli bir husus, insanların yüreklerinde evrensel barış özlemini uyandırmaya yönelik hazırlıkların, sıkıntıları da beraberinde getireceğidir. Nitekim, kimi şahsiyetler var ki, insan ve ulusların bir araya gelmesini engelleyici mahiyetteki, güncelliğini yitirmiş inanç ve kurumların esareti altında yaşamaya devam etmek arzusu içindedirler. Tüm bu inanç ve kurumlar “acınası nispette kusurlu” olarak kabul edilmediği müddetçe, yeryüzündeki insan ve ulusların büyük çoğunluğu, barışı tesis edici önlemler alma şevkini duymayacaklardır. Herkesin barışı arzu etmesine sebebiyet verecek, hayâller ötesi bir şeylerin tezahür etmesi gerekmektedir ki, bu arzu sayesinde dünya ulusları gerekli adımları atabilsinler. Oysa uluslar, bir bütün olarak yeterli şevki duymadıkça, barışı getirecek evrensel boyuttaki ciddi gayretler içine girmeleri söz konusu olmayacaktır. Kaldı ki bu asrın felaketleri, barış şevkini duymaya meylettirici neticelere gebedir.
Bu evre, Nuh peygamberin insanları Tanrı’ya çağırdığı evreye benzemektedir. İnsanların büyük çoğunluğu Onun Öğretilerini ret etmişti; fakat O, insanları uyarmaktan vazgeçmemiş ve büyük bir mihnet selinin gelmekte olduğunu haber vererek, ayakta kalmak isteyenleri Kendisine yönelmeye davet etmişti. Kederler seli dünyaya salındığı vakit, yalnızca Onun kılavuzluğunu kabul ederek Gemisine binenler kurtulmuştu... Nuh’un Gemisi, Tanrı Peygamberinin öğretilerini simgelemekteydi. O öğretiler ki, bizleri sel sularının altında kalıp boğulmaktan ziyâde, o suların yüzeyinde durup aynı yönde akma kuvveti ile donatırlar.
Ve ardından, Nuh’un Gemisi bir dağın üzerinde durdu. Bu belki de, insanlığın Nuh’un gelişinden evvelkine göre daha yüksek bir gelişim merhalesine ulaştığını simgelemektedir ve bir kederler seli olmaksızın gerçekleşemeyecek olan bir teşbihtir...
İşte bugünkü durum bundan farksızdır. Bir zorluklar okyanusu çalkanmaksızın, böylesi umarsız bir insanlık, eskilerde kalması gereken ve henüz olgunlaşmamış bulunan önyargı ve milliyetçilik gibi duygularından vazgeçme şevki duymayacak, onun yerine daha olgun duygulara sevk olup dünya birliği ve barışını arzu etmeye meyletmeyecek.
İnsanlığın, yirminci yüzyılın bu son evresinde, kendi huzursuzluğunu daha da derinleştirip derinleştirmeyeceği yahut bu dehşetli mihnetleri terk edip etmeyeceği, henüz verilmesi gereken bir karardır.
Yüce Umumi Adalet Evi, “Vaat Edilen Dünya Barışı” kapsamında ele aldığı konular dahilinde, böylesi bir seçimi yapmanın mümkün olduğundan söz etmektedir:
“Barışın, inatla eski davranış biçimlerine sarılan bir insanlığın yazgısı olan akla hayale sığmaz dehşetteki sıkıntılar neticesinde mi sağlanacağı, yoksa meşveretkâr bir irade doğrultusunda mı gerçekleşeceği, yeryüzünde ikâmet etmekte bulunan herkesin seçimine kalmıştır. Böylesi buhranlı bir anda, ulusların yüzleşmek durumunda kaldığı sıkıntıların ortak bir düşünce halinde birbiri içinde eridiği bir zamanda, çelişki ve düzensizliğin tohumlarını sulamak, esası olmayan bir sorumsuzluktan başkası değildir.”
Vaat Edilen DünyaOla ki insanlık, meşveretkâr bir irade doğrultusunda, nükleer bir soykırımı engelleyecek koşulları yaratmayı başarsın, o vakit parçalanma sürecinin ürkütücü neticelerini de bertaraf edebilecektir. Yok eğer böylesi bir tercihi yapmayacak olursa, bütün bir insanlığın tecrübe etmekte olduğu parçalanma süreci, sıkıntı ve kederlerin en yoğun biçimde tezahür ettiği doruk noktasına varacaktır.
BÖLÜM 4İnsanlığın, 20. yüzyıl boyunca bu intizamsızlık dünyasında tecrübe ettiği manevi ıstırapların, mücadele ve tahribatların neticesi olarak kırması gereken bir sonraki zincir, Küçük Barış’tır. Onu Büyük Barıştan ayıran farklılık, bir haberci mesabesinde olup Büyük Barışın daha kâmil gelişimiyle kıyaslandığında onun cenin aşamasındaki hâlini andırmasıdır. Dünya Müşterek Mülkiyetine ulaşılması ise...
“....doğası gereği tedrici bir sürece tekabül edecektir; ve Hz.Bahâ’u’llâh’ın bizzât beklediği üzere, yeryüzü milletleri Onun Beyânından bihaber bir hâlde, henüz bilmeyerek de olsa Onun ifşâ ettiği genel ilkeleri harekete geçirerek Küçük Barışı tesis edeceklerdir. İnsanlığın birlik ve bütünlüğünün evrensel zeminde tanınmasıyla birlikte gündeme gelecek olan ve yeniden yapılanmasını içeren bu eşsiz ve tarihi adım, hemen akabinde, kitlelerin ruhanileşmesini beraberinde getirecektir; bütün ırkların, din, sınıf ve milletlerin nihâi biçimde birbiri içinde eriyip bütünleşmesi, Onun Yeni Dünya Düzeninin geliş alâmetidir ki, bu ruhanileşme, esaslı koşulların vücuda gelebilmesinin yegâne yolu olan Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dinine dair açıklamaların farkına varılıp özündeki niteliklerin benimsenmesinin bir neticesi olarak tecelli edecektir.”
The Promised DayBölüm 3 çerçevesinde gördüğümüz üzere, Onun Beyânından bihâber bir halde ve de bilmeyerek de olsa Onun İlkelerini kullanan yeryüzü milletleri, I.Dünya Savaşı sonrasında Milletler Meclisini, II.Dünya Savaşı sonrasında ise Birleşmiş Milletleri kurmuştur. Emrin Velisi, Birleşik Devletler Başkanı Woodrov Wilson’un, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Emrini vücuda getiren ilkelere olağanüstü yakın duygular içeren bir konuşma yaptığına değinmiş ve Milletler Meclisinin kurulmasında, birçok dünya liderinden daha büyük katkıları bulunduğunu belirtmiştir ki, (Citadel of Faith 36) bu Meclisi, Dünya Meclisinin müjdecisi olarak niteleyen Hz.Şevki Efendi, onun, yeryüzü insan ve milletlerinin birlik içinde kurmaya mukadder bulunduklarından söz etmektedir.... (Hz.Bahâ’u’llâh’ın Zuhuru 305) Uluslar arası tartışmalara bir son vermek maksadını güden bu iki uluslar arası kuruluş, gerçekte toplumun bir bütün olarak, Hz.Bahâ’u’llâh’ın Beyânıyla birlikte dünyaya salınan birleştirici güçlere, belli mebzulde de olsa yanıt verdiklerine delâlet etmektedir.
“Dünyanın dengesi, bu olağanüstü yeni Dünya Düzeni doğrultusunda titreşmekte olan tesirlerin etkisiyle sarsılmış, insanoğlunun düzenli yaşamı, bu eşsiz, bu muhteşem Düzenden ötürü devrimlere uğramıştır ki, ölümlü gözler, böylesi bir olaya evvelce tanıklık etmemişlerdir.”
World Order of Bahâ’u’llâh 109Hz.Bahâu’llâh, 1867 yılının sonlarına doğru, geçici yetkesi 19.yüzyıl insanlarının yaşamlarına etkiyen krallara Levihler yazmıştı. Levihlerinde, En Büyük Barışın tesisi için gereken esaslı ilke ve öğretilere değinirken, bir yandan da dünya liderlerine, dünyanın henüz eşine rastlamadığı yücelikteki bir barış usulü ile temas etme fırsatını sunmaktaydı. Fakat yazık ki, onların görüşleri yanılgılarla doluydu; her biri bu imtiyâzı ret etmişlerdi. Bulundukları konumun yanı sıra kendilerine verilen sorumluluğu yabana atarak, 20.yüzyıl boyunca onca insanın yaşamını ve bahtını koruyabilecek kudretteki bir kapıyı kapatmış, verecekleri karar doğrultusunda sayısız insanın tecrübe etmek durumunda kalacağı karışıklıkların doğuşuna vesile olmuşlardı.
Fakat Hz.Bahâ’u’llâh, insan kitlelerine duyduğu merhametten ötürü, sayısız kral ve lidere tekrar tekrar yazılar göndermiştir:
“En Büyük Barışı geri çevirmiş bulunduğunuza göre, Küçük Barışa sıkı sıkıya sarılınız; belki bu sayede, kendi durumunuz kadar size bağlı bulunanların koşullarını bir nebze olsun iyiye götürecek bir adım atmış olursunuz.”
Küçük Barışla ilgili olarak yazdığı bir diğer Levihte ise, yeryüzü liderlerine şu sözlerle seslenmektedir:
“‘Aranızdaki ihtilaflara son verin ki, sorumlusu bulunduğunuz toprakları korumak maksadından öte hiçbir veçhile silahlara gereksinim duymayasınız.... Birleşiniz ey yeryüzü Kralları; zirâ bu sayede, aranızdaki ahenksizlik kasırgaları dinecek ve insanlarınız sükun bulacak; eğer anlayanlardan olabilirseniz... Aranızdan biri bir diğerine karşı silahlanacak olsa, hepiniz onun aleyhine ayağa kalkın; çünkü bu, adaletin beyânından başkası değildir.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 162Bugünde gösterilen çabalara istinaden şu sözleri ifadeye dökmekteydi:
“Öyle bir gün gelecek ki, her şeyi saran enginlikteki bir insanlık içtimâsının kurulması meselesi, evrensel boyutta kabul görecek kadar ivedi bir gereksinim halini alacak.... Yeryüzü önderleri ile kralları buna rıza göstermeli ve ilgili konular üzerindeki derin düşüncelere katkılarını vermelidirler; ve bu vasıta ve vesileleri, insanlık adına kurulacak En Büyük Barışın zeminini hazırlayıcı vasıta ve vesileler kabilinden görmelidirler.... Ola ki bir kral, bir başka krala karşı silahlanmaya meyletsin, herkes birlik içinde ayağa kalkmalı ve ona engel olmalıdır.”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 192Silahsızlanma girişimleri ve müşterek emniyet ilkesi ile ilgili olarak Hz.Abdû’l-Bahâ’nın sözlerine baktığımızda, şu aydınlatıcı bilgilerle karşılaşmaktayız:
“Ne zaman ki dünyanın sayılı hükümdarları arasındaki yüksek düşüncelere sahip olanları, insanlığın hayrı ve mutluluğu adına ayağa kalkıp istikrarlı bir kararlık ve sarih bir görüş eşliğinde Evrensel Barış Meselesini tesis edici adımlar atar, işte gerçek medeniyetin sancakları o vakit yeryüzünün orta yerinde göndere çekilir...
Onlar, bu Barış Meselesini umumi meşveret konusu haline getirmeli ve kendi yetkeleri altındaki tüm vasıtaları, dünya Uluslarını Birleştirici güç olarak kullanmalıdırlar. Onlar, bağlayıcı bir anlaşmaya varıp bir misâk kurmalıdırlar; öyle ki, bu misâkın tüm cihazları ses getirmeli, sarsılmazlık ve kesinlik arz etmelidir. Bunu bütün dünyaya beyân etmeli ve tüm insan ırkının rızası ile kutsamalıdırlar. Dünyanın gerçek barış ve sükun kaynağı olan böylesi yüce ve haysiyetli bir girişim, yerküre üzerinde ikâmet etmekte bulunan herkesçe mübarek kabul edilmelidir. İnsanlığın tüm kuvvetleri, bu En Büyük Misâk’ın mukavemeti ve kalıcılığı uğrunda vakfedilmelidir. Bu her şeyi saran Misâk dahilindeki her ulusun hudut ve sınırları açıklıkla belirlenmeli, hükümetlerin birbiri ile münasebeti ilkelere bağlanmalı ve tüm uluslar arası anlaşmalar ile yükümlülükler emniyet altına alınmalıdır. Aynı şekilde, her hükümetin silahlanma boyutu katiyetle sınırlandırılmalıdır; çünkü herhangi bir ulusun savaşa hazırlık mahiyetinde askeri güçlerini artırmasına müsaade edildiği takdirde, diğerlerinde kuşku uyanması ihtimali doğacaktır. Bu kutlu Misâkın temelini teşkil eden ilke öylesi bir kesinlik üzere sabitlenmelidir ki, eğer hükümetlerden biri daha sonraki bir zamanda Misâkın vasıtalarından birine tecavüz edecek olsa, yeryüzündeki bütün hükümetler onun teslimiyeti adına ayağa kalkmalı, hatta bütün insanlık o hükümeti dağıtmak üzere elindeki her imkânı harekete geçirmelidir. İşte, tüm şifaların en yücesi olan bu devâ, dünyanın hastalıklı vücuduna zerk edilecek olursa, bütün rahatsızlıkları şüphesiz ki dinecek ve ebediyete dek emniyet ve güven içinde olacaktır.”
“Bakınız, eğer böylesi mesrur bir durum doğacak olsa, hiçbir hükümet durmaksızın silahlarını artırma ihtiyacı hissetmeyecektir; ne de insan ırkını mağlup edeceği yeni askeri silahların icat edilmesine çalışacaktır. Dahili güvenliği sağlayacak, cinayet ve düzensizlik nedenlerini ortadan kaldıracak ve bölgesel rahatsızlıkları önleyecek çok cüzi bir ordunun dışında hiçbir teşkilatlanmaya gerek yoktur. Böylelikle, şu anda askeri maksatlar için hebâ edilen sarfiyatlar sona erecek, sayısız
insan, zamanının büyük bir bölümünü yeni yıkım vasıtaları ile silahların üretilmesine adamaktan vazgeçecek; kin ve kana susamışlık gibi, yaşam denilen armağanın içinde hiçbir yeri olmayan duygulardan uzaklaşarak, daha ziyâde insanın varoluşunu, barış ve huzurunu temin edici işlerle meşgul olup evrensel gelişim ve huzur vasıtası hâline gelecek... İşte o vakit, yeryüzündeki her ulus haysiyet içinde hüküm sürecek, her insan sükunet ve memnuniyet beşiğinde sallana duracaktır....”
İlâhi Medeniyetin Sırrı 64-66Buraya kadar ele aldığımız Yazılarda, Küçük Barışın yeryüzü milletleri tarafından sağlanacağı ve yine aynı milletlerin, birbirleri ile münasebetlerini düzenleyen, silahlanmayı cüzi bir seviyeye indiren ve herhangi şiddet yanlısı bir hükümete karşı birlik içinde harekete geçilmesini öngören kutsal bir Misâk konusunda uzlaşmaya varacakları tasvir edilmektedir. Dünya uluslarının siyâsi bağlamdaki bir birliği kurmuş olmalarını gerektiren bu durum, daha evvelinde eşine rastlanmayacak derecede yüksek bir hedeftir. Nitekim Yüce Umumi Adalet Evi de, Küçük Barış’tan söz ederken “dünyanın siyâsi bağlamdaki birliğine” istinat eder ve insanlığı “birleşerek tek bir beden hâline gelmiş, fakat canı olmayan” bir bütüne benzetir. (Wellspring of Guidance 133-134) Başka bir deyişle, uluslar arası birliğin ilk örneklerinden birini temsil edecek olan bu bütünleşme, henüz ruhâni bağlamdaki bir şevkten, “tek bir Tanrı’nın tanınması ve müşterek bir Beyâna duyulan bağlılık”tan ileri gelecek küresel bir medeniyetten uzaktır....” (Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 204) İşte Büyük Barışın farklılığı bu vasıflarında gizlidir.
Küçük Barışa duyulan meyil, muhtemelen Milletler Meclisi ve Birleşmiş Milletler gibi, nükleer bir soykırımı beraberinde getirebilecek uluslar arası tartışma ve çekişmelere bir son vermenin kaçınılmazlığı fark edildiği zaman yoğunluk kazanacaktır. Çünkü insanlık, hayat mücadelesi vererek ayakta kalmak isteyecek; her biri bir öncekinden daha dehşetli yıkımlara yol açan savaşlara son vermenin yollarını arayacaktır. Fakat bu kez, geçmişteki hatalardan ders almış olacağından ötürü, çok daha keskin önlemler almaya başlayacaktır. Her ne yönde gelişirse gelişsin, bütün milletler, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın daha evvelden bildirdiği üzere müşterek bir emniyet gücü tesis etme, silahlanmayı azaltma ve kutsal bir Misâk hususunda uzlaşmaya varacak; dünyadaki sorunların ciddiyetle ele alındığı ve tâ ki anlaşmazlığı dindirecek önlem ve kararlar alınıp uygulanana dek üzerinde tartışıldığı bir dünya liderleri mahfili kurulacaktır.
Birliğin İlk ve Beşinci Kandilleriİlâhi Medeniyetin Sırrı adlı eserden alınan paragraftaki ilk kandil, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın Yedi Kandil Levhinde sözüne ettiği birlik kandilidir:
“İlk kandil, siyâsi alemdeki birlik kandilidir ki, onun henüz parlamaya başlayan ışıkları artık ayırt edilebilecek hâldedir. İkinci kandil, tamamlanışına uzun müddet tanıklık edeceğimiz girişimler alemindeki düşünce birliği kandilidir; üçüncü kandil, kesinlikle gelip geçecek olan hürriyet birliği kandilidir. Dördüncü kandil, temel köşe taşı konumundaki ve de Tanrı’nın kudreti ile tam bir ihtişam içinde parlayacak olan dinlerin birliği kandilidir. Beşinci kandil, dünyanın bütün insanlarını, kendilerini tek bir ülkenin vatandaşları gibi görmeye teşvik edecek ve bu asırda kati surette kurulacak olan milletler birliği kandilidir. Altıncı kandil, yeryüzünde yaşayan bütün insan ve insanoğullarını tek bir ırk altında toplayacak olan ırkların birliği kandilidir. Yedinci kandil, bütün insanların öğreneceği ve birbiriyle konuşacağı evrensel bir dilin seçilmesine öncülük edecek olan dillerin birliği kandilidir. Bunlardan her biri kaçınılmaz biçimde gerçekleşecek; ve gerçekleşirken de, Tanrı Saltânatının gücü ile desteklenip kılavuzlanacaktır....”
Hz.Bahâ’u’llâh’ın Dünya Düzeni 391984 yılında Küçük Barış ile ilgili olarak yaptığı konuşmada, Sayın Nahçevani şu sözleri sarf etmekteydi:
“1945 yılında Hz.Şevki Efendi’ye, kandillerin hangi sıraya göre tezahür edeceğini sorduklarında, şu yanıtı vermişti:
‘Birliğin Yedi Kandili, verilmiş bulunan sıraya göre tezahür etmek durumunda değildir.’
1945 yılının 19 Kasım günü itibarıyla yazdığı mektupta verdiği bu yanıtla birlikte, kendisine yöneltilen ikinci kandille ilgili bir soruyu da, aynı mektupta şu sözlerle yanıtlamaktaydı:
‘Düşünce birliği olan ikinci kandilin husule getirecekleri arasında, evrensel bir kültürü saymak mümkündür...’
“Fakat bu iki sorudan çok daha önemli bir soru yöneltilmişti Hz.Şevki Efendi’ye. 1936 yılında bu soruyu soran şahıs, şu anda bu odanın içinde bizlerle birliktedir. Sayın Marion Hofman. Bu soruyu sormuş olduğu için Tanrı onu kutsasın! Onun sorusu, birinci ve beşinci kandillerle ilgiliydi....
‘Diyorsunuz ki, İlk kandil, siyâsi alemdeki birlik kandilidir ki, onun henüz parlamaya başlayan ışıkları artık ayırt edilebilecek hâldedir. Beşinci kandil ise, dünyanın bütün insanlarını, kendilerini tek bir ülkenin vatandaşları gibi görmeye teşvik edecek ve bu asırda kati surette kurulacak olan milletler birliği kandilidir.’ O halde bu ikisi arasındaki fark nedir? İşte bunu öğrenmek istemişti sayın Hofman. Bu öylesine mühim bir suâldi ki, şu zavallı sözlerimle, onun sevgili Emrin Velisine bu soruyu yöneltmiş olmasından dolayı duyduğum minneti ifade edemiyorum. Hz.Şevki Efendi ise, şu aydınlatıcı açıklamada bulunmuştu:
“Hz.Abdû’l-Bahâ’nın istinât ettiği konuyla ilgili suâlinize gelince, siyâsi alemdeki birlik anlamına gelen ilk kandil, beşinci kandil olan ulusların birliğinden tamamıyla ayrı tutulmalıdır. İlk birlik ışığı, siyâsi bağlamda bağımsız ve nüfuzlu devletlerin kendi aralarında erişeceği bir birliktir. İkincisi ise milletler arasında vücuda gelecek bir birliktir. Bir devlet ile millet arasındaki farklılık şuradan kaynaklanır ki, devlet, ırksal anlamda birbiri içinde erimiş siyâsi bir bütünlüğü teşkil etmek durumunda değildir; oysa millet, hem siyâsi bağlamda hem de ulus kapsamında birbiri içinde erimiş bir bütünü temsil etmektedir.”
Hz.Abdû’l-Bahâ’nın sözünü ettiği konu ne idi? O, dünyanın siyâsi birlik süreci dahilindeki iki aşamasından söz etmekteydi. Bunlardan ilki, nüfuzlu hükümetlerin birliği, diğeri ise insanların birliğidir; başka bir deyişle, biri Amerikan tarihinde örneğine rastladığımız bir “birleşmişlik” veya “konfederasyon” dur, diğer ise bir “federasyon”dur.
Tamamıyla yanılıyor da olabilirim, fakat şahsen şuna inanıyorum ki, bizler henüz ilk kandilin delâlet ettiği ve siyâsi alemdeki birliği kapsamına alan hususların gerçekleştiğine tanıklık edemedik. Milletler Meclisinin kuruluşundan bu yana 66 yıl ve Birleşmiş Milletlerin tesisinden bu yana 40 yıl geçmiş olmasına karşın, henüz o noktaya varamadık. Hatta aslına bakarsanız, “Birleşmiş Milletler” tabirinin pek de yerinde bir tanımlama olmadığını düşünüyorum. Çünkü Hz.Abdû’l-Bahá ve Hz.Şevki Efendi’nin tasvir ettikleri manadaki bir birliğe kıyasla, bu kuruluşa, “dünyanın birçok Hükümetini içine alan Birliktelik veya Konfederasyon” isimlerinin verilmesi daha doğruymuş gibime geliyor. Nitekim, veto hakkı ile ilgili anlayış, bizim yazılarımızda söz konusu edilmiş bulunan Küçük Barışa dair kavramların çok dışında bir anlayıştır.”
Sayın Nahçevani, konuşmasını şu sözlerle sürdürüyordu:
“Hz.Abdû’l-Bahâ’nın Yazılarını daha yakından incelediğimizde, Küçük Barış evvelinde ve de federasyon öncesinde kurulacak olan konfederasyona iki aşama hâlinde erişilebileceğini görüyoruz. Bu elbette ki benim şahsi görüşüm; şimdi size bu konuya ilişkin alıntıları okuyacağım; böylelikle, sizler de kendi görüşlerinizi biçimleyebilirsiniz. İşte, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın “İlâhi Medeniyetin Sırrı” adlı eserinde geçen kutlu paragraf:
‘Ne zaman ki dünyanın sayılı hükümdarları arasındaki yüksek düşüncelere sahip olanları, insanlığın hayrı ve mutluluğu adına ayağa kalkıp istikrarlı bir kararlık ve sarih bir görüş eşliğinde Evrensel Barış Meselesini tesis edici adımlar atar, işte gerçek medeniyetin sancakları o vakit yeryüzünün orta yerinde göndere çekilir...’
Dikkat ederseniz burada “herkes”ten söz etmiyor, işte iki aşama, bu noktada gündeme gelmektedir (daha önceden de bu hükümetlerin Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri olduğundan söz eder...)
Onlar, bu Barış Meselesini umumi meşveret konusu haline getirmeli ve kendi yetkeleri altındaki tüm vasıtaları, dünya Uluslarını Birleştirici güç olarak kullanmalıdırlar.
(Bakınız sözler nasıl da birbiri ile uyum içinde, ve kavramlar ne kadar çelişkiden uzaktırlar....)
Onlar, bağlayıcı bir anlaşmaya varıp bir misâk kurmalıdırlar; öyle ki, bu misâkın tüm cihazları ses getirmeli, sarsılmazlık ve kesinlik arz etmelidir. Bunu bütün dünyaya beyân etmeli, (çünkü bu aşamada henüz bütün dünya milletleri birliğe katılmış değildir...)
Ve tüm insan ırkının rızası ile kutsamalıdırlar.“Gördüğünüz gibi, ilk aşamada, başka bir seçeneği bulunmayan birkaç dünya lideri, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın da sözünü ettiği üzere, barışı tesis etmek durumunda kalacaktır. Hz.Abdû’l-Bahâ’nın açıklıkla ifadeye döktüğü ve de Hz.Şevki Efendi’nin de teyit ettiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri bu dünya liderlerine öncülük edecek olan devlettir. Onlar, barışın temellerini atarak, vardıkları neticeyi diğer dünya milletleri ile paylaşacaklardır. İşte, bu koşullar benimsendiği vakit ilk kandil amacına ulaşmış olacaktır.
Dünya Milletler Federasyonu aşamasına tesadüf eden beşinci kandilin ışığı, benim anlayışıma göre insanlığa yine iki evre halinde görünecektir. İlk aşamada, Hz.Şevki Efendi’nin sözleri ile “dünya milletleri Hz.Bahâ’u’llâh’ın Beyânından bihaberdirler; fakat buna mukabil, Onun getirmiş bulunduğu ilkeleri tatbik etme yoluna gideceklerdir”. Başka bir deyişle, onlar Hz.Bahâ’u’llâh’ın makamından habersiz oldukları hâlde Bahâi ilkelerini yaşama aktarmaktan alıkoyamayacaklardır kendilerini. Hz.Şevki Efendi, bu durumu, bir inanıra yazdığı mektupta çok daha ayrıntılı sözlerle açıklamaktadır: “Hz.Bahâ’u’llâh’ın sözünü ettiği Küçük Barış ile En Büyük Barışın hangi zamanda ve hangi imkanlar dahilinde tesis edileceğini sormuşsunuz. Küçük Barışın, doğrudan bir Bahâi tasarısı yahut gayretinden bağımsız olarak dünya milletleri ve devletlerinin siyâsi çabaları doğrultusunda gündeme geleceği, Büyük Barışın ise inanırların vasıtası ile ve de Hz.Bahâ’u’llâh tarafından beyân edilen yasa ve ilkelerin doğrudan işlev görmesi kadar Yüce Umumi Adalet Evi’nin kurulacak olan bir Bahâi Devletinin en yüce birimi konumunda faaliyet göstermesiyle birlikte tesis edileceği konusundaki görüşleriniz tamamıyla yerinde olup Emrin Velisinin ifadeye getirdikleri ile uyum içerisindedir.”
O halde bu Düzen nasıl bir biçime bürünecektir? Dünyanın bilinçsizce tesis edeceği Küçük Barış’tan söz ediyorum ki, onunla ilgili bir öngörüde bulunmamız pek güç. Fakat şurası da muhakkak ki, bu olay Emri hudutlarımızın dışında gerçekleşecek ve Hz.Abdû’l-Bahâ’nın bahsini etmiş olup benim de bu gece birçok defalar değindiğim gibi, bütün milletler ona dahil olmak mecburiyetinde kalacaklar. Hepimiz biliyoruz ki, söz konusu Küçük Barış, bu asırda tesis edilecek olan barıştır ve genel bir antlaşma uyarınca vücuda gelecektir. Bütün devletler, Hz.Abdû’l-Bahâ’nın buyurduğu üzere “silahsızlanacak...” “...üstelik de hepsi aynı anda silahsızlanacaktır....”
Küçük Barışın ikinci aşaması, benim mütevazı görüşüme göre 2000 yılından sonra gündeme gelecek. Bu kez kurulacak olan Barış, yine bizim yazılarımızda tasvir edilmiş bulunan bir Küçük Barış olup doğrudan Hz.Bahâ’u’llâh’ın öğretileri uyarınca tesis edilecek olmasına karşın, hâlâ bahsi geçen En Büyük Barış olmayacaktır. Hz.Şevki Efendi, Küçük Barışın ikinci aşamasına dair hassaları, 1931 yılının Kasım ayında yazdığı“Yeni bir Dünya Düzeninin Hedefi” konulu yazısının şu paragrafında tüm açıklığı ile ifadeye dökmektedir: “....bir nevi Dünya Devleti”. Üç yıl sonrasında, yani 1934 yılında yazdığı bir mektupta ise, orada bahsi geçen Dünya Devletinin henüz gelecekteki Bahâi Müşterek Mülkiyetine isnat etmediğini belirtmiştir ki, bu Müşterek Mülkiyet, En Büyük Barışın ve de Hz.Bahâ’u’llâh tarafından vaat edilen Altın Çağın gelişine delâlet edecek olan bir aşamayı simgelemektedir. Küçük Barışın ikinci aşamasıyla ilgili olarak, Hz.Bahâ’u’llâh’ın şu sözlerinde mana aramak yerinde olabilir:
“Küçük Barışı teşvik etmek, Adalet Evi bakanlarına vazife kılınmıştır; bu sayede yeryüzü insanları, aşırı boyutlara varan israfların sıkıntısından kurtulmuş olacaklardır. Bu mesele mecburidir ve mecburi olduğu kadar da esaslıdır; çünkü musibet ve dertlerin temelinde düşmanlık ve münakaşa yatmaktadır.”
Hz.Şevki Efendi’nin “Yeni Bir Dünya Düzeninin Hedefi” adlı eserinde geçen kutlu paragrafa dönecek olursak....
“Bir nevi Dünya Devleti kurulması gerekmektedir; bu öyle bir devlet olmalı ki, onun yüzü hürmetine dünyanın bütün milletleri, savaş sebebi teşkil edebilecek her tebligattan, belli başlı vergi yaptırımlarından ve dahili düzeni korumak adına kendi sınırları içinde getireceği yasal haklar hariç silahlanmaya ilişkin tüm haklardan gönüllü olarak vazgeçmelidir. Böylesi bir devletin, müşterek mülkiyetin her muhalif azasına karşı, yüce olduğu kadar mücadele edilemez bir yetke sahibi olan Uluslararası bir İcra merci bulunmalı; üyelerini bağlı bulunduğu ülke insanlarının seçtiği ve yapılan seçimi bağlı bulunduğu hükümetin onayladığı bir Dünya Parlamentosu kurulmalı; ve öyle bir Yüce Mahkeme vücuda getirilmeli ki, davalarının bu merci tarafından ele alınmasına rıza göstermeyenleri bile, verdiği hüküm doğrultusunda etkileyecek bağlayıcı kararlar almalıdır. Bir dünya toplumu ki, tüm ekonomik engeller ebediyete dek ortadan kalkmış olsun, Sermaye ve Emek arasındaki karşılıklı bağıntının ayrımına varılmış ve dini tutuculuk ile anlaşmazlıklar mütemadiyen bertaraf edilmiş bulunsun....”
(İşte bu noktada Emir devreye girerek tesirlerini göstermiş olacaktır.)
“bir toplum ki, ırk düşmanlığının alevleri nihayet bulmuş olsun; dünyanın ittifak halindeki temsilcilerinin varacağı yargıların neticesi olacak tek bir uluslararası yasa tasarısı düşünülsün; onu kutsayan, federe birimlerin birbirine ulanmış ivedi ve mecburi kuvvetleri olsun.. bir dünya toplumu ki, geçici hevesler ile kavgacı bir milliyetçiliğin doğurduğu hiddet, yerini daimi bir dünya vatandaşlığı bilincine bırakmış olsun... işte bu, Hz.Bahâ’u’llâh tarafından tohumları atılmış bulunan Düzenin en geniş çaptaki bir çerçevesi olup, gelecekte, aheste adımlarla olgunlaşmayı sürdüren bir asrın en güzel meyvesi kabul edilecektir.
??